Sesler ve renkler
İnsanoğlu bir zamanlar dünyanın herhangi bir yerinde renkleriyle, sesleriyle cıvıl cıvıl bir iklimde yaşarken bir çağrı aldı. Bırakın bu “vahşi” hayatı, kente gelin! Medenileşin, özgürleşin. Her gün alıştıkları seslerin ve renklerin ne kadar kıymetli olduğunun farkında olmayan çok sayıda insan bu çağrıya uydu. Medeniyet yolculuğu o kadar hızlı idi ki bunun karşısında direnmek imkânsızdı. Makinelerin egemen olduğu “çağdaş” dünyada “özgür” hayat sizi bekliyordu…
Şehre yaklaştıkça önce sesler azalmaya, sonra renkler kaybolmaya başladı. Ama alışılmışın dışına çıkmanın cazibesiyle “kaybedilenlerin” farkına varmadan ilerlemeye devam edildi. Ufukta görülen şehrin üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Kırmızıdan yeşile, oradan sarıdan maviye uzanan renklerin yerini renk olmayan gri ve siyah alıyordu. “Medeniyet, bu gri bulutların arkasında bir rüya âlemi olsa gerek” diye içinden geçirdi. Şehre vardığında kuşların, suyun, rüzgârın seslerinin yerini araba sesleri almıştı. Artık çok sesin yerini tek ses, çok rengin yerini tek renk almıştı. Bir müddet hikmetinden sual olunmaz bu durumu anlamak oldukça zor........
© Diriliş Postası
