menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Kimmerlerden Hemşinlilere Anadolu Kırım etkileşimi

6 1
21.08.2024

Mykenler örneğinde olduğu gibi, Geç Bronz Çağı’ndan itibaren Akdenizli halkların Karadeniz’e yelken açarak, bölgenin yerli halklarıyla temas kurdukları bilinmektedir. Coğrafi keşif, maden arama ve ticaret yapma amacıyla gerçekleşen bu seferler ile Karadeniz’in tanınmaya başlaması söz konusudur. Her durumda Karadeniz, Akdeniz için yapılmış gemilerle gelen bu halklara pek de iyi davranmamıştır. Karadeniz, kuvvetli akıntıları, sık sık oluşan sisleri, aniden patlak veren fırtınaları, sığınılacak limanların azlığı ve yerli toplulukların düşmanlıkları ile belleklerde yer etmiş; ondan korkulmuştur.[1]

Helenlerin, İÖ. 750-550 yıllarında Karadeniz kıyılarında birçok koloni kurmalarıyla, bu denizin Akdeniz ile olan bağlantısı canlanmış olmakla beraber, aşağıda belirtildiği üzere, Karadeniz ile Akdeniz arasındaki bağlantıların ilk önemli canlılığı Ceneviz ve Venedikliler sayesindedir.[2]

Bilinen sakinleri Tauriler ve İskitler’den sonra Kırım tarımsal üretim sıkıntısı çeken Miletli Yunanlar tarafından mesken edilmeye başlanmıştır. Kırım dâhil Karadeniz sahillerinde yerleşim yerleri kuran Yunanlar, MÖ 7. ve 5. yüzyıllar arasında, özellikle Kırım’ın güneybatı ucunda, günümüze de kalıntıları kalmış olan Hersonisos kolonisini kurmuştur.[3]

Karadeniz bölgesindeki ticaretin merkezi olan Kırım’da ilk Yunan kolonileri milattan önce VI. yüzyılda kurulmuştur. Fakat bu Yunan kolonileri sadece Kırım’ın sahil bölgelerinde hakim olmuştur. Kırım’ın iç bölgelerinde egemenlik tesis edememişlerdir.[4]

Bu kolonilerden M.Ö.VI. yy.’da bir deniz imparatorluğuna dönüşen Miletos, Karadeniz kıyılarında başlıcaları, Sinope (Sinop), Kerasos (Giresun), Amisos (Samsun), Trapezos (Trabzon), Herakleia Pontika (Karadeniz Ereğlisi) Kotyora (Ordu) gibi ticaret ve balıkçılık merkezlerinde koloniler kurmuştur. Karadeniz’in (Euxeinos) kuzey kıyılarında, Olbia (Yuzhne), Tomis-Costanta (Köstence), Pantikapeon (Kerç), Chersoneseus (Kırım)’u kurarak, her tarafı kolonize edilmiştir.[5]

Marmara ve Karadeniz kıyılarında kurduğu kolonilerle beraber büyük bir ticaret ağı oluşturan ve ticari merkez görevi görerek zenginleşen Miletos, kültür, felsefe ve bilime de başkentlik yapmıştır.[6] Böylece Kırım-Anadolu ile etkileşim başlayacak, bu etkileşim, deniz yoluyla Mısır’dan İtalya ve İspanya’ya, karayoluyla Çin’den Kuzey Avrupa’ya tüm eski dünyayı kapsayacaktır.

Antik Grek kaynaklarında Karadeniz, “Pontus Euxinus (konuksever deniz)” olarak geçmektedir. Bu adın Grekler tarafından Karadeniz’e verilmesinin nedenleri üzerine birtakım varsayımlar oluşmaktadır. Karadeniz’in Grekler tarafından “konuksever deniz” olarak adlandırılmasında; bu bölgenin Grek anakarasına göre toprak verimliliği, denizcilik uygulamalarını kolaylaştıran doğal limanları ve belirli bölgelerdeki yumuşak iklimin etkili olduğu olabileceği düşünülmektedir. Karadeniz; Grek toplumu için yaşamaya oldukça elverişli olup, ana yurtlarına göre tarım yapabilme olanakları da daha geniş bir bölgedir. Bunun yanında bilinen en eski dönemlerden başlayarak denizci ve deniz ticaretiyle uğraşan bir toplum olduğu bilinen Grekler için Karadeniz, var olan halklara oldukça geniş denizcilik olanakları sunmuştur. Ayrıca Karadeniz’den uzakta kalan kuzey kesimler dışında kıyıya yakın olan bölgelerin elverişli ve ılıman bir iklim ortamını barındırdığı ve hava açısından yaşam koşullarının kıyı kesimlerinde herhangi bir olumsuzluk oluştur madığı bilinmektedir.

Karadeniz’deki Grek kolonilerinin hepsinin kıyıya yakın bölgelerde kurulması da bu durumlar ile doğrudan ilgilidir. Karadeniz’in Grekler tarafından Pontus Euxenius (konuksever deniz) olarak adlandırılması üzerine; Greklerin bu bölgeye yerleşmeye başlaması ve koloniler kurma sürecinde yerli halklarıyla büyük çaplı bir egemenlik mücadelesine girme gereksinimi duymaması da var olan düşünceler arasındadır. Karadeniz’in kolonileşme sürecinde kıyı bölgelerinde Greklerin yerleşmesini engelleyebilecek bölgede büyük askeri ya da siyasi bir güç o dönemde bulunmamakla birlikte Karadeniz’in kuzey düzlüklerinde bütünüyle egemen güç olan İskitler; Greklerin Karadeniz kıyılarına yerleşmesine herhangi bir olumsuz tepki oluşturmamış, kurulan ticari düzenden İskitler büyük ekonomik gelirler elde etmiştir. Denizcilikle ilgili herhangi bir ilgisi bulunmayan ve ekonomisi doğrudan hayvancılığa bağlı olan İskitler için önemli olarak görülen bölgeler Karadeniz’in kuzeyindeki otlak araziler olup, deniz kıyısındaki bölgelerin İskit yaşam ve üretim biçimi bakımından herhangi bir önemi bulunmamaktadır.[7]

Hellen-İskit ilişkileri ise VII. ve VI. yüzyılda oldukça dostane görünmektedir. Bu dostane ilişkiler sonucunda Hellenler Karadeniz kıyılarında birçok koloni kurabilmişlerdir. Özellikle Olbia, Pantikapeia ve Azak şehirlerinde birçok Hellenli mezarı ve eşyası bulunmuştur.[8]

Arkeolojik bulgular ve antik yazılı kaynaklara göre Karadeniz çevresindeki bozkır toplumlarının varlığı MÖ II. binyıldan başlamak üzere takip edilebilmektedir. Karadeniz çevresinde egemen güç olduğu bilinen Kimmerler; MÖ IX.-MÖ VIII. yüzyıllarda bölgeye İskitlerin gelmesine kadar toplumsal ve yönetsel düzenlerini korumuşlardır. İskitler; Kimmerlerin Karadeniz çevresinde oluşturmuş olduğu politik ve askeri gücü MÖ VIII. yüzyıldan başlamak üzere üstlenmiş ve bölgedeki çeşitli toplumlara kendi hegemonyasını kabul ettirmiştir. Böylece Karadeniz çevresinde Kimmerler ile yayılan bozkır kültürünün varlığı, yine aynı kültüre ait olan İskitler aracılığıyla bölgede sürdürülmüştür.[9]

Kimmerler, İskitler ve Sarmatlar; sırasıyla birbirleri arasında giriştikleri mücadeleler sonucunda arada herhangi bir kesinti olmadan Kuzey Karadeniz’deki bozkır toplumları egemenliğini birbirine devrederek devam ettirmişlerdir.[10]

Kırım kelimesinin Herodot (Herodotos)’ta “Kimmerya”dan yani Kimmerlerin, Kırım’da “Kimmerikum, Kimmeris, Kimmerika (Kimmerike)” gibi ticari koloniler kurmasıyla bağlantılı olduğu da vurgulanmaktadır.[11]

İşte bu sebeple Kırım adının Krimen (Crimen)’den türediği ileri sürülmektedir. Kimmerler[12], Antik Grek kaynaklarında “Kymmerioi/Kymmerios” adıyla tanımlanırlar.[13]

Asurlular Kimmerleri “Gimirrai”, İskitleri “İskuza/Asquzai” olarak adlandırmıştır. Urartular ise Yine Akkadca’da Gamir(e), Grabarca’da Qamir-k, Gürcüce’de Qmiri olarak geçmektedir. Rus araştırmacılarından İ.M. Dyakonov, Kimmer adının Eski Doğu dillerinde qamir, qomer, qimirri, qimirray biçiminde telaffuz edildiğini, hatta Eski Ahit’te Qãmer yerine hatalı bir şekilde Gomër yazıldığını belirtmektedir.[14]

Türk dillerinde Kimmer adı Qaman, Qambay, Kambar, Kamer, Qamerli, Qomer olarak geçmektedir.[15]

Kırım adının bu yarımadanın eski sakinlerinden Kimmerlerin değiştirilmiş hali ve Eski Kırım (Solhat)’ın bu halkın yaşadığı bir yer olduğu da kabul edilir.[16]

Nitekim, "Kırım" (Crimean) kelimesinin de "Kimmer" kelimesinden türediğinin bilindiği çok sayıda kaynakta yer almakta olup,[17] günümüzdeki Kerç Boğazı'nın antik dönemlerdeki adının Bosphorus Kimmerius (Kimmer Boğazı) olması ve Kimmerikon kenti gibi yerleşim adlarının olması bu görüşü desteklemektedir. Bu arada, Trabzon yakınındaki Ağrımış Dağı’nın Antikçağda “Kimmerius Dağı” adını taşıması[18], bunun dışında Kırım Yarımadası’nda bugün Çadır Dağı olarak bilinen dağların da eski çağda “Trapezous Dağları” olarak adlandırıldığı[19] bilgisi dikkat çekicidir.

Kimmeryalı tanımlamasıyla hatırlanan ve Arnold Swarzenegger’ın tarafından sinemada boy göstermesiyle dünyaca tanınır hale gelen Conan karakterinin yaratıcısı Robert E. Howard’ın bu karakteri oluştururken Cengiz Han’dan esinlenmediğini ilginç bir not olarak kayda alalım.

MÖ VIII. yüzyıldan başlayarak İskit egemenlik alanında bazı ticari etkinlikler gerçekleştirdiği bilinen Greklerin, güçlü bir askeri kültürü olduğu bilinen İskitler ile iyi ilişkiler kurmayı amaçladıkları düşünülmektedir. Karadeniz’in kuzeyinde Grek yerleşiminin başlaması ve gelişimi sürecinde Greklerin bölgede herhangi bir askeri mücadeleye girmek gibi bir girişimi bulunmadığı anlaşılmaktadır.[20]

İskitlerin MÖ XI.-XIII. yüzyıllardan başlamak üzere Karadeniz çevresine yerleşmeye başlamasıyla birlikte buradaki toplumları kendi askeri – politik koruması altına almış, bölgede kendi hegemonyasını kabul ettirmeyi kısa sürede başarmıştır.

MÖ VII. yüzyılda Grek kolonicilerin Kuzey Karadeniz’e gelip yerleşmeye başlamasıyla birlikte burada egemen güç olan İskitler ile karşılaşmışlar ve böylece birbirinden oldukça farklı kültürel altyapı ve yaşam biçimine sahip olan Grek ve İskit toplumlarının birbirini tanıması durumları ortaya çıkmıştır. İskitler ve Grekler; birbirinin eksik ya da gelişmiş olan özelliklerinden etkilenerek Karadeniz’in kuzeyinde ortak bir kültür oluşmuştur.[21]

Kimmerlere gelince; Kimmerlerle ilgili ilk yazılı kaynak Homeros’un Odyssea’sıdır. Ancak detaylı bilgiler Herodotos’tan gelir. Buna göre Kimmerler İskitlerin baskısıyla Araxes (Volga) ırmağını geçerek bugünkü Gürcistan sınırlarına gelirler. Buradan iki kol haline harekete geçerek, bir kol Anadolu’ya girerken diğeri İran üzerinde Media’ya uzanır. Anadolu’daki Kimmer izlerine Sinope’den Ephesos’a kadar oldukça geniş bir coğrafyada rastlamak mümkün olmaktadır.[22]

İskit baskısı sonunda Kafkas geçitlerini aşan Kimmerler, Doğu Anadolu'ya ulaşmışlardır. İskitler'e izlerini kaybettiren Kimmer toplulukları kısa zamanda Urartu yerleşim sahasına yayılmışlardır. Doğrudan Kimmer saldırılarıyla karşı karşıya kalan Urartu kralları, bu saldırıları önlemek için gayret sarfetmişlerdir. M.Ö. VIII. yüzyılın sonlarında Kimmer akınlarına karşı koyabilmek için mücadele eden Urartulular, onlarla anlaşma yolunu seçmek zorunda kalmışlardır. Yine, Asurlular'la da mücadele eden Kimmerler, Anadolu içlerine kadar yayılarak Frigler'e saldırmışlar ve oradan Batı Anadolu'ya ulaşarak, Lidyalılar'a güç anlar yaşatmışlardır. Kimmerler'in İskitler'in baskısı sonucunda Anadolu'ya indikleri zaman M.Ö. VIII. yüzyılın sonlarından, Batı Anadolu'da Lidyalılar'ın son Kimmer boylarını Kızılırmak'ın doğusunda Kapadokya bölgesine sürdükleri M.Ö. VI. yüzyılın başları düşünüldüğünde, takriben yüz yıl Anadolu'da varlıklarını sürdükleri anlaşılır. Hatta Urartu, Asur, Frig ve Lidya gibi o devrin büyük devletlerinin Kimmer akınları karşısında dehşete düşerek, çeşitli tedbirler aldıkları ve Kimmerler'in onlar için küçümsenemeyecek bir düşman olduğu düşünülebilir. Bunu Kimmerler'le çoğu kez anlaşma yolunu seçmiş olmalarından da anlamaktayız.[23]

Friglerle yaptıkları mücadelelerde yıkıcı etkilerini gösteren Kimmerler’in ana göç koluna mensup olan boylar bu dönemden sonra Kapadokya’ya yerleşerek burada bir devlet kurmuşlar ve bu devletin varlığından dolayı Ermeni kaynaklarında Kapadokya bölgesine[24] Gomer veya Gamirg adı verilmiştir.[25]

Lydia Kralı Alyattes'in, 591-585 yıllarında doğudan gelen Med'lerle savaştığı, bunun hemen öncesinde Kimmer'leri Kızılırmak'ın doğusuna sürdüğü, daha sonra ise 585 yılında Lydia ve Med'ler arasında yapılan anlaşmayla Kızılırmak'ın sınır olduğu ve Kimmer'lerin bu iki güç arasında eriyerek tarih sahnesinden çekildiği düşünülmüştür.[26]

İ.Ö. 595 yıllarında Alyattes'in Batı Anadolu'daki Kimmer istilasına son vermesi, Kimmer'lerin buradan tamamen çıkarıldığı anlamına gelmemektedir. Asıl çıkarılış İ.Ö. 570 yıllarında Alyattes oğlu Kroisos'un Antandros merkezli Kuzey Batı Anadolu Kimmer'lerini de buradan sürmesiyle olmuştur.[27]

Kimmerlerin peşi sıra Anadolu’ya bu kez İskitler gelmiştir. Bu iki topluluğun Anadolu’ya ulaşmasıyla birlikte Amazon efsanesinin gündemde yer almaya başladığı görülmektedir. Amazonların yaşadıkları ya da bulundukları bölgelerin oluşturduğu coğrafyanın genişliği kuşku uyandırıcı gelmektedir. Ancak hepsinin ortak bildirdiği yer Thermedon Nehri kıyıları ve Maeotis Gölü (Azak Denizi) kıyılarıdır.[28]

Amazonların Anadolu’ya ilk olarak M.Ö.8.yüzyıldaki Kimmer akınlarıyla gelmiş oldukları Homeros’un İlyada’sında Priamos’un ağzından aktarılmıştır. Kimmer ordusunda yer alan kadın savaşçılarla ilk kez karşılaşan Yunanlıların dikkatini çekmiş ve şaşırtmış olmalıdır.[29]

Strabon, Anadolu’da birçok şehrin Amazonlar tarafından kurulduğunu ve bu şehirlerde kurucularının mezarlarının ve diğer anıtlarının da bulunduğundan bahsetmektedir.[30]

Sinope’nin isim kaynağı olarak bir Nymphe’nin ismi olduğu ya da bu bölgenin kralı ile evlenen bir Amazon’dan aldığı öğrenilmektedir.[31]

Şu halde, Ege kıyılarından Karadeniz ve Kırım’a başta Miletliler olmak üzere İon kolonileri vasıtasıyla başlayan etkileşim, bu defa Kırım’dan Kimmer ve ardından İskit akınları ile Frigya (Gordion), Lidya (Sardes/Salihli)’ya kadar uzanmış, İskitlerin Greklerle bu kez Ege’de karşılaşması ve yer adlarını miras bırakmaları bir yana, o dönemlerde Anadolu’ya gelen savaşçı kadınlar Amazonların İzmir’e isimlerini verecek kadar efsaneleşmelerine yol açacaktır. Diğer bir ilginç nokta ise, göçebe bir topluluk olan Kimmerlerin yerleşik oldukları nadir, bir görüşe göre tek, fakat her halükarda en son kent olan Antandros’un Roma’nın kuruluş efsanesindeki önemidir. Çünkü, Troia düştükten sonra kahraman Aeneas’ın yeni bir yurt kurmasına ilişkin geçen olaylar, Vergilius’un “Aeneis” destanında anlatılmış, Aeneas, Troia şehrini terk edip İda Dağı üzerinden Antandros’a gelmiş ve burada gemilerini yaptıktan sonra Anadolu’da ayrılmıştır.[32]

Çok sayıda limana uğrayan Aeneas, İtalya’daki Castro bölgesine ayak basmıştır; burada Roma İmparatorluğu’nun temelini atmıştır.[33]

Daha sonraki dönemde Anadolu’daki baskın unsur Roma olacaktır. Bu da, bir başka efsanenin doğuşu anlamına gelmektedir. Pontus Kralı Mithridates. Romalıların, İzmit’te ölen Kartacalı Hannibal ile birlikte en çekindikleri isim olan Mihridates’in Anadolu, Anadolu olduğu kadar Kırım’la da bağlantısı güçlüdür. Nitekim, son nefesini Kırım’da vermiştir.

Mithradates’in İÖ. 133 yılında Sinope’de doğduğu[34] kayıtlıdır. 5 İÖ. VII. yüzyılda Miletos’lular tarafından kurulan Sinope, kısa zamanda gelişip güçlenerek, İÖ. V. yüzyılın başından itibaren kendi sikkelerini basacak seviyeye ulaşmıştır. Daha sonra Doğu Karadeniz sahillerinde Kotyora (Ordu), Kerasos (Giresun) ve Trapezus (Trabzon) kolonilerini kurmuştur.[35]

Amisos (Samsun) limanı, Sinope kadar iyi olmasa da, Kappadokia’yla olan gelişmiş yol ağı sayesinde Pontos’un iç kısımlarıyla daha rahat bir ulaşım imkanına sahipti. Adeta Pontos ve Kappadokia’nın dünyaya açılan ticaret kapısı konumundaydı.[36]

Mithradates’in, Pontos ve Kolkhis Dağları’nda bulunan zengin demir, gümüş, bakır ve altın madenlerini aktif olarak işletmeye başlaması, onu kısa zamanda sadece Küçük Asya’nın değil, dünyanın en zengin krallarından biri yapmıştı. Dahası bir yandan Tanaïs (Don) ve Istros (Tuna) ırmakları arasındaki Skythia, Tauros, Bastarnai, Sarmatia ve Thrakia kabilelerinden Maiotis (Azak) Denizi’ne kadar bütün savaşçı kavimlerle ittifaklar kurmuş, müttefiklik anlaşması yapmış, diğer yandan da ülkesine komşu Armenia Kralı II. Tigranes’le kızı Kleopatra’yı evlendirmiş ve Parthia Kralı Arsakes’le bağlaşıklık anlaşması imzalamıştı.

Romalıların düşmanı Cimbri kabilesiyle anlaşma yapmak üzere elçilerini göndermiş; ayrıca Anadolu’nun savaşçı kavmi Galatları da kendisine bağlamıştı. Suriye ve Mısır krallarıyla; Hellas ve Africa kentleriyle ve hatta Italia’da Roma’ya karşı ayaklanan İtaliklerle yakın ilişkiler kurmuştu. Ayrıca, egemenliği altındaki Kolkhis Bölgesi, Mithradates’in denizlerde hakimiyet sağlayabilmesi için inşa etmesi gereken deniz filosuna doğal bir kaynak teşkil ediyordu.[37]

Bu durumda Roma ile kapışmak kaçınılmaz olacaktı. Mitridates defalarca üstün geldiği Roma karşısında, en nihayetinde oğlunun ihanetiyle kaybedecektir.

Kral Kırım’da, Kimmeria Bosporos’unun kıyısında yükselen ve o zamandan beri “Mithradates Dağı” olarak adlandırılan bir tepede, Romalılara teslim olmaktansa hayatına son vermeye karar vermişti. “Yaşlı kral Romalıların zafer alayında teşhir edilmektense ölmeyi tercih etti. Tuna Gallia’lılarından kurulu, Bituitos komutasındaki muhafız alayını yanından uzaklaştırdı. Karılarını gönderdi. O zamana kadar kendisini hiç yalnız bırakmayan iki kızıyla baş başa kaldı. Daima kılıcının kınında taşıdığı zehri çıkartarak hazırladı. Çocukluklarından itibaren birlikte büyümüş Kıbrıs ve Mısır krallarıyla nişanlı olan Mithradatis ve Nysa adlı kızları da onunla birlikte zehir içerek intihar etmek istediler. Kızlar zehri içince zehir hemen etkisini göstermiş ve yıldırım çarpmış gibi düşerek ölmüşlerdir. Mithradates ise, çok yüksek dozda ölümcül zehir almasına ve zehrin bir an önce kanına karışıp etkisini göstermesi için yürümesine ve hareket etmesine rağmen bir türlü ölememiş; canı bedeninden ayrılmak istememiştir. Kral kendisini öldürmek için elini kılıcına atmış; fakat bedeni uyuştuğu için kolunu rahat hareket ettirememiştir. Bu sırada isyancılar neredeyse kralı ele geçireceklerdi. Dışarıdan gelen sesler gittikçe yaklaşıyor, gürültü artıyordu. Bunun üzerine kral kendisini son ana kadar terk etmeyen özel koruması ἡγεμὼν Κελτῶν=Kelt komutan Bituitos’u 2136 yanına çağırdı. Düşmanlarına karşı onun sağ kolundan birçok kereler yararlandığını söyledi.

Gallia’lı komutandan, büyük bir imparatorluğu uzun yıllar tek başına yönetmiş olan kendisini öldürüp, onun Roma’daki zafer töreninde sergilenme tehlikesini de ortadan kaldırmasını istedi. Böylelikle kralına karşı son ve en büyük iyiliği yapmış olacağını ifade etti. Bituitos kralı iyi bir ücret karşılığı isyancılara teslim edebilecekken, kılıcını çekerek bir vuruşta kralı öldürmüştür. Pharnakes yanlıları o sırada içeri girmişler, yerde serili yatan ölünün kargıları ve bıçaklarıyla yüzünü ve vücudunu delik deşik ederek tanınmaz hale getirmişlerdir.”[38]

Mithridates’in zehire bağışıklığı çocukluğundan beri her türlü zehri vücuduna alarak etkisini ortadan kaldırmasına dayanıyordu. Zaten çoğu hastalığı tedavi edecek farmakoloji bilgisine sahipti ki, Roma ordusunu “deli bal” yemeğe yönlendirerek ilk “kimyasal savaşı” gerçekleştirecekti. Eupatorium (Koyunpıtrağı) Mithridates Eupator’a adanmıştır.[39]

Nitekim, kültür, sanat, askeri bilgi ve direnci ile efsane olmasına karşın yüzyıllar boyunca bitki bilimine hakimiyetiyle anılacaktı. Mithridates, 54 baharat ihtiva ettiği belirtilen “Mithridaticum” adlı bir antidot (panzehir) hazırlamıştır. Mithridaticum sözcüğü daha sonra kısaltılarak “Mithir” olmuştur. Yunanca veya Rumca‟da th, s gibi okunduğundan “Misir” şeklini almıştır. Zamanla “misir” sözcüğü Osmanlı Türkçesi’nde mesir sözcüğüyle aynı okunuşu alarak, anlam olarak da “mesir” e yani eğlence ve şenliğe dönüşmüştür.[40]

Mesir şenlikleri, Mithridates’in zehirlere karşı yaptığı macunun Venedik’te her yıl Mithridates için yapılan törenlerin değişik bir şekilde XVI. yüzyılda Mesir Bayramı olarak Anadolu’ya girmesidir.[41] Mithridaticum yüzyıllar boyunca Avrupa’da kullanılacaktır.

İran kökenli olduğu bilinen Mithridat ailesinin kurmuş olduğu Mithridat Krallığı[42], Trabzon ve çevre illeri ile Kırım’ı da içine alarak “Bosporus” adı ile M.S 343 yılına kadar varlığını sürdürmeye devam etmiştir.[43]

Kırım’ın Rusya’ya katılmasından sonra Gözleve/Kezlev, Evpatoria adını aldı.[44] Aslında Kerkinitis veya Kerkinitida adı milattan önce 2. Yüzyıl sonlarında VI. Mithridates Eupator’un lakabına atfen Eupatoria olarak değiştirilmişti.[45]

Evpator, milattan önce VI. Yüzyılda Pers İmparatorluğu’nu kurmuş olan Akamenes Kurus soyundan Pontus kralı İran asıllı Mihridat’ın “ünlü soylu” manasına gelen unvanıydı.[46] Etimolojik bir görüşe göre ise, Eupator “iyi baba” anlamını taşımaktadır.[47]

Bir başka Evpotaria ise Anadolu’dadır ve ismini yine Mithridates’ten alır. Nitekim, Pontos Kralı VI. Mithradates kendi ismine izafeten Eupatoria (Taşova/Amasya) adında bir kent kurmuştu.[48] Böylelikle, Sinop’ta doğup Anadolu’ya hükmeden Mithridat ismini Kimmerlerden alan Kırım’daki Kimmer (Kerç) Boğazında ölecek, ismi her iki coğrafyada da yaşayacak, Osmanlı’nın şehzadeler şehri Manisa’da her sene hatırlanacaktır.

Kırım’da, etnik/dini grup olarak, Rumlar M.Ö. VI. yüzyıldan itibaren, Ermeniler ve Yahudiler M.Ö. I- M.S. IV. yüzyıldan itibaren yaşamaya başlamışlardır.[49]

Museviliğin yayılmasında, Gotlar ve onları Kırım’da dağlık bölgeye süren Hunlardan sonra Kırım’a hakim olan Hazarların etkisi büyük olmuştur. Hazarların bağımsız devletlerini kurmaları ise Göktürklerin Volga civarındaki hakimiyetinin sona ermesinden sonra olmuştur.

630’lu yıllarda Hazarlar henüz Göktürk Devletini oluşturan Türk gruplarından birisidir. Onların bağımsız olarak teşkilatlanması 650’li yıllarda Göktürk Devletinin Çin hakimiyetine girmesinden sonra meydana gelmiştir. Karadeniz’in kuzeyi, Kafkasların Karadeniz sahilleri, Kuban nehri boyları ve Kırım, Hazarların eline geçmiştir. Bu bölgelerin Hazarların hakimiyetine alınması Bizans ile olan münasebetlerin artmasına neden olmuştur. 695 yılında Bizans İmparatoru II. İustinianos, imparatorlukta meydana gelen bir ayaklanma sonucunda tahttan indirilmiş ve Kırım’ın bir kenti olan Herson’a gönderilmiştir. 700-704 yılları arasında İustinianos, Herson’dan ayrılarak Kırım’ın bir diğer kenti olan Doros’a kaçtı ve Hazar Hakanı Bazir Yıbos’tan sığınma talebinde bulundu. Hazar hakanı hem onun talebini karşıladı hem de kızkardeşi ile evlenmesine müsaade etti. Hazar prensesi, 704 yılında İustinianos’la evlendikten sonra Hıristiyan olmuş ve vaftiz edilerek Teodora adını almıştır. Teodora ve İustinianos, bir süre için Kırım’da bulunan Tmutarakan’a yerleşmişler ve burada Tiberios adını verdikleri bir oğulları olmuştur.[50]

730 ve 732 yıllarında Bizans imparatoru III. Leon (717-741), Hazar hakanı Bihor’a elçiler göndererek oğlu Konstantinos ile hakanın kızı Çiçek’in evlenmeleri için teklifte bulundu. Hakanın teklifi kabul etmesi üzerine Çiçek ve Konstantin evlendiler. Evlendikten sonra Çiçek, İrina ismini almıştır. 750 yılında Konstantinos ve İrina’nın Leon adında bir oğulları oldu. III. Leon’un ölümü üzerine 741 yılında Hazar hakanın damadı olan V. Konstantinos (741-775) Bizans tahtına geçti. V. Konstantinos’un ve Çiçek’in oğlu olan IV. Leon (775-780) “Hazar Leon” adıyla Bizans imparatoru olmuştur.[51]

Doğu Roma İmparatorluğu, Karadeniz tarafından gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı başkenti Konstantinopolis’i korumak için Kırım’daki Kersonesos şehrini tahkim etmiştir.[52]

Aslında, Bizans imparatoru Birinci İustinianus (527-565) döneminde Kırım’ın Keriç yarımadası sahasında kendi göçebe hayatlarını sürdüren Hunların başı Grod Konstantinopolis’e giderek İustinianus tarafından vaftiz olunmuştu. İmparatordan çok sayıda hediye kabul ederek bizanslara kendi Hun ahalisinin arasında hristiyanlığı yaydırılmasını devam edeceğinden inandırıcı sözler vererek Grod Kırım’a dönmüştü. Amma Grod tarafından yapılan bu hareket Grod’un kavimin içerisinde iyi kabul edilmemişti. Hunlar kendilerine Grod tarafından eski dinlerini Hristiyanlık dinine değiştirmelerinin teklifi ne kendi cevapların yerine Grod’un kafasını kesmişlerdi ve Grod’un ağabeyi Mugelin komutanlığının altında Kerç ve Taman (Kafkas tarafında) yarımadalarındaki tüm Bizanslara ait olan kalelerini dağıtmışlardı.[53]

Birkaç yüzyıl boyunca Bizanslılar Kırım’daki stratejik bölgelerde Hıristiyan Ortodoks piskoposlukları kurdular. Doros’ta, Kerç’te, Sudak’ta ve Kerson’da bunların yanı sıra Tumutorokan ve Hazarya’nın başkenti İdil’de VIII. yüzyılda çeşitli piskoposluklar bulunmaktaydı. Bu piskoposların amaçlarından biri Bizans dinini Hazarlara, Bulgarlara ve hem Hazarya sınırları içerisinde hem de onun çevresinde yaşayan kabilelere yaymaktı.[54]

9. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ruslar, Hazar ülkesinde özellikle ticari alanda etkili olmaya başlamışlardır. Rusların sahip olduğu bu rahatlık, Kiev Knezi I. İgor'un Kiev şehrini ele geçirerek buraya yerleşmesini sağlamıştır. Girdiği uzun mücadeleler sonucunda Dinyeper Nehri üzerinden Karadeniz'e inen büyük ticaret yolunu ele geçirerek, bazı Slav kabilelerini Hazar egemenliğinden almıştır. Ruslar, yine bu bölgede Hazar hâkimiyetine son vererek, dağınık bir halde yaşayan Slav kavimlerini bir daire altında toplayarak devlet haline getirmişlerdir. Ruslar, ilk defa 913'te Hazar ülkesine bir sefer düzenlemişlerdir.(…)

Svylatoslav 965 yılında, Don Nehri bölgesinde bulunan Sarkel kalesini işgal ederek Don Nehri’nin kontrolünü ele geçirmiştir. Sonrasında Kuban civarındaki Tamatarkan kalesini ele geçirdi. Buradan hareketle İtil kentine ulaşan Svyatoslav bu kenti de ele geçirerek Hazar Hakanlığı’na son vermiştir.[55]

Hazar ismi Hazar Denizi’nde yaşamakta, bakiyesi Karaylar[56] ise Kırım’da varlıklarını devam ettirmektedirler. Karaylar, Yahudiliği (belki Karai Mezhebini) kabul etmiş, Kırım’ın çeşitli bölgelerinde de yerleşmiş olan, VII.-X. yüzyıllar arasında yaşayan Hazar–Türk göçebe halkının torunlarıdır. Günümüzde bu görüş Karay liderleri arasında resmi ve hâkim görüş olarak kabul edilmektedir.[57]

17 Mayıs 1918’de çıkan büyük Hasköy yangınından sonra İstanbul’un çeşitli semtlerine dağılan Karayların bugün yoğunlukla yaşadıkları yerler Balıkpazarı, Balat, Edirnekapı, Galata civarı ve Karaköy’dür.[58] Hatta “Karaköy” adının Karayların topluca yaşadığı yer anlamına gelen “Karay Köy” den geldiği bile iddia edilmektedir. Kırım’da Karaylar’dan ayrı olarak Türk dilli bir başka topluluk olarak Kırımçakların varlığını da not edelim.[59]

Bizans’ın Kırım merkezli Hristiyan misyonerlik çalışmaları ise Rusların bu dine geçmeleri gibi tarihi bir sonuç doğuracaktır.[60]

Kiev Knezi Vladimir 987 yılında ordusuyla birlikte Kırım’daki Bizans şehirlerinin en önemlisi olan Hersones’in üzerine yürümüş ve şehri kuşatarak düşmesini sağlamıştır. Bu durum üzerine Bizans imparatoru II. Basileios Vladimir’le yeniden anlaşmak zorunda kalmış ve daha önceki anlaşmaya binaen Hıristiyanlığı kabul etmesi şartıyla kız kardeşi Anna’yı ona göndereceğine söz vermiştir.[61]

Anna’nın ruhbanlar eşliğinde Hersones’e gelmesinden sonra, Vladimir vaftiz olmuş ve onu müteakiben askerlerinin birçoğu da vaftiz olarak Hıristiyanlığa girmiştir.[62]

Hazarların tarih sahnesinden çekilmesinde rol oynayan Peçenekler Kırım’dan Kiev’e kadar olan alanda etkili olacak, Bizans ile yoğun askeri ilişkilerde bulunacaktır. Ardından gelen Kıpçaklar ise kuzeydeki sahaya “Deşt-i Kıpçak” adını verecek kadar yoğun bir demografik katkı sunacaktır. Hazar Devleti’nden hemen sonrasında ortaya çıkan Selçuklular ise Anadolu ve Kırım’da adından söz ettirmeye başlayacaktır. Selçukluların kurucusu Selçuk Bey’in babasının ismi Dukak’tır Tuğrul Bey’in Dîvân-ı İnşâ reisi olan İbn Hassûl’ün bir kaydından hareketle Dukak’ın Hazar hakanına tâbi olduğunu iddia edenler de vardır.[63]

Ayrıca, Trakya’daki arazilerini yağmalayan Peçenek, Kuman ve Uzları askerî güç kullanarak durduramayan Bizans yönetimi genellikle arazi, para ve değerli hediyeler........

© Dikgazete.com


Get it on Google Play