menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Halk kendi eliyle kendi 'celladını' nasıl seçer?

18 0
23.03.2025

Daha önce yazdığım yazılarda politik ve sosyal psikolojiye merakımdan bahsetmiş, bu alanların kapsamındaki konular hakkında yazılar yazmıştım. Son zamanlardaysa “İnsanlar neden kendi elleriyle bir diktatör seçer ve ülkenin geleceğini karanlığa teslim eder?” sorusunun yanıtını bulmaya çalışıyor ve dolayısıyla bu konuda okumalar yapıyorum.

Şu ana kadar okuduklarımdan çıkardığım; insanların kendi celladını seçmesi ve o celladın toplumun kaderiyle oynaması bir tesadüf değil. Komplo teorilerinin yanısıra tüm bu olup bitenin altında psikolojik, sosyolojik ve tarihsel olmak üzere birçok sebep yatıyor. Bir diktatörün gelişi bir anda olmasa da aslında yolun yarısında kendini belli ediyor. Artçılara kulak asmayınca, büyük depremin her şeyi yıkıp yok etmesine göz yumulmuş oluyor.

Öncelikle herkes diktatör olamaz. Onun için belli kişilik özelliklerine sahip olmak gerek. Bu kişilik özelliklerinden ‘Karanlık üçlü: Narsisizm, Makyavelizm ve Psikopati’ başlıklı yazımda bahsetmiştim. Tabii ki halk seçimini yaparken kendini nasıl bir karanlığın içine bıraktığının farkında olmaz. Aksine bir kurtarıcı seçtiğini düşünür.

Demokrasinin içselleştirilemediği toplumlarda, toplum, ülkede yaşanan ekonomik problemler, işsizlik, adaletsizlik gibi kriz durumlarının yarattığı stresi kendi iradesiyle çözebileceğine inanmadığı için bir kurtarıcı arar. Erich Fromm, ‘Özgürlükten Kaçış’ adlı eserinde, insanların özgürlüğü sindiremediği kriz ortamlarında diktatörlüğü tercih ettiğini belirtir. Demokrasi ve özgürlük sorumluluk gerektirir. Birçok insan sorumluluk yükünden kaçmayı tercih ettiği için bir lider figürüne sığınmak ister.

Birçok kişi için bir lider ne kadar otoriter ne kadar sert mizaçlıysa kurtarıcı rolüne o kadar uygundur. Bunun altında otoriter ve sert olmanın güçlü olmakla özdeşleştirilmesi yatar. Bu algının oluşmasında o toplumun tarihsel süreci de önemlidir. Dolayısıyla, toplumun kendi iradesinin üstünde bir otorite seçip ona boyun eğmesi normalleştirilir.

Ayrıca, insan doğası belirsizlikten kaçar. Güçlü bir otorite, bireye güven verir. Stanley Milgram’ın ‘Otoriteye İtaat’ çalışması, sıradan bireylerin güçlü figürler karşısında itaat eğilimini bilimsel olarak kanıtlar. Çocuklukta gelişen otoriteye bağlanma ihtiyacı, yetişkinlikte de sürer. Özellikle de duygusal olgunluğunu tamamlamamış yani yetişkin olamamış bireylerden oluşan toplumlarda bu ihtiyaç daha fazla görülür. Otoriter lider aynı zamanda bir baba figürü haline gelir. “Dövse de sevse de babadır en nihayetinde…” denir geçilir. Saygı duymak için korkulması gerektiğine inanılır.

Haliyle, bu özelliklere sahip toplumlarda diktatörlüğün önü açılır. Kurtarıcı olarak görülen lider manipülatiftir. Toplumun geçmişten gelen korkularını iyi analiz eder. Bu korkuları kendi lehine çevirmekte ustadır. Diktatörlüğe giden yolda ‘dış güçler’ gibi farklı düşmanlar yaratıp, halkın korkusunu yöneterek destek toplar ve daha da güçlenir. Güçlendikçe etrafa korku yaymaya başlar. İnsanları bölüp yönetmekte usta olduğu için öfkeyi provoke eder. Öfke ve korku tuşlarına basa basa oynadığı oyunda zirveye oturur. Artık onun için en önemli şey her şeyi, herkesi kontrol edebilmek ve........

© Diken