'Ben böyleyim, çünkü…': Psikoloji diline sıkışan hayatlar
Bir zamanlar yalnızca terapist odalarının duvarları arasında yankılanan kelimeler, şimdi cebimizde taşıdığımız ekranlardan üzerimize yağıyor. ‘Narsist sevgili’, ‘anksiyetesi olan anne‘, ‘travmasıyla yüzleşen influencer’ gibi ifadeler, gündelik hayatın arka plan müziğine dönüşmüş durumda. Sosyal medya, terapi dilini alıp algoritmanın vitrinine koydu. Klinik terimler, artık tweet boyutuna indirgenmiş, story süresine sığdırılmış hâlde dolaşıyor.
Bu popülerleşme bir tür farkındalık devrimi olarak görülebilir mi? Yoksa patolojilerin cilalı vitrinlerde sergilendiği, zihinsel etiketlerin yeni bir baskı rejimiyle yer değiştirdiği bir çağın içinden mi geçiyoruz? Yüzeyde bilgi köpürüyor; ama derinlerde dönüşüm eksik, sorumluluk buharlaşmış, bağlam ufalanmış durumda. Bu görünürdeki bilinçlenmenin ardında yalnızca bireysel bir merak değil; yerin altında sessizce gerilen bir toplumsal fay hattı da var.
Psikolojiye ilginin artması, bireyin pusulasını kendi içine çevirmesiyle paralel ilerliyor. Ancak bu içe dönüş, çoğu zaman “Kendimi hangi etiketle tanımlarım” sorusuna sıkışıyor.
Tam da bu noktada, psikiyatrinin tanı sistematiğini belirleyen DSM (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) gündeme geliyor. Başlangıçta yalnızca tanıları standartlaştırmak için hazırlanan bu el kitabı, özellikle DSM-III’ten itibaren kapsamını genişletti. Bazı uzmanların da belirttiği gibi, sıradan insan deneyimleri dahi patoloji şemsiyesi altına alınmaya başlandı.
Bu gelişmeler, psikiyatrik dilin yaygınlaşmasının ötesinde, ‘normal‘in tanımının da değişmesine yol açtı. DSM-IV’ün baş editörü Allen Frances bile bu genişlemeyi sonradan eleştirdi. DSM, sadece tanı koyan bir araç olmaktan çıkıp dolaylı olarak toplumsal normları biçimlendiren bir çerçeveye dönüştü.
Bu noktada Michel Foucault’nun ‘Deliliğin Tarihi’ bize önemli bir perspektif sunar. Foucault’ya göre delilik, yalnızca bireysel bir durum değil; iktidarın kimleri dışarıda bırakacağına karar verdiği bir sınır çizimidir. Günümüzde ‘akıl sağlığı yerinde olmayan’ tanımlamaları, giderek daha nötr ve yaygın ifadelerle ‘norma uygun olmayan‘ biçiminde karşımıza çıkıyor. Psikolojik etiketler, artık kimliğimizi değil, sistemle ne kadar uyumlu olduğumuzu gösteren dijital onay mühürleri gibi çalışıyor.
Bu toplumsal dönüşüm yalnızca tanı sistemlerini değil, kişisel anlatıları da etkiledi. Freud’un analiz koltuğunda başlayan iç yolculuk, bugün story’lerde ‘Travmamla barışıyorum‘ ya da YouTube’da ‘Özgüven geliştirmenin 10 yolu‘ gibi başlıklara evrildi.
Psikolojik kavramlar artık........
© Diken
