Yaptım oldu’dan yazdım oldu’ya
MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
Kulağınıza çalınmıştır belki şu fıkra:
Adamın biri ölmüş, cennete postalamışlar. Biraz vakit geçirmiş orda, ama feci halde sıkılmış; ölümsüz bir sessizlik, gam yok kasavet yok, çiçeklerden, kokularından geçilmiyor. Adam cehennemi bir görmek istemiş, turist olarak tabii. Allah onaylamış. Cehennemde, bir bakmış, herkesin keyfi yerinde, kimi briç oynuyor, kimi tavla atıyor, oyun cenneti, kimileri kafa çekiyor, kimileri sevişiyor… Büyüsüne kapılmamak imkansız. Dönünce chenneme tayinini istemiş. Allah onaylamış. Kapıdan adımını atar atmaz zebani yakasına yapışmış, bir tekme yallah kızgın katranın içine.
“Dur allahın belası!” diye bağırmış bizimki, “Yahu az önce ziyaret ettim burayı, insanlar içiyor, oynuyor, sevişiyordu…”
“Yağma yok” diye cevap vermiş zebani, “orayı Reklam ve Propaganda Bölümü (siz İletişim Başkanlığı olarak biliyorsunuz) turistler için ayarladı, burası yerleşiklerin bölümü.”
Cehennemi yönetenler bile orayı güzel göstermenin değerini nasıl biliyor, bir ülkeyi cehenneme çevirenler bile nasıl güzel göstermeye çalışıyor görmüyor musunuz..? Peki, güzellik vaad edenler neden bilemiyor bunu?
Geçen gün karşıma çıkan Yazmak Atölyesi‘nin duyurusu düşündürdü bunları bana. Şu gelgeline bir bakın siz de:
“Şubat ayı atölye programı, çocuk edebiyatıyla ilgilenen ve merak eden herkese yönelik olan; teorisi, tartışmaları ve eserleriyle çocuk edebiyatını tanıma atölyesi Gökçe Ateş ile Teoride ve Pratikte Çocuk Edebiyatı ile başlıyor.
Dört haftalık atölyede çocuk edebiyatının tarihi, çocuk edebiyatı tartışmaları, resimli çocuk kitapları, çocuk edebiyatında zor konular ve çocuklar için yazmak konuları ele alınacak.
Her hafta, öncesinde planlanmış olan bir kitap, katılımcılarla birlikte tartışılacak.
Son hafta, isteyen katılımcılar seçtikleri bir kitaptan bir bölüm ya da öyküyü veya kendi yazdıkları bir metni okuyarak, bu metinler üzerine değerlendirmeler paylaşılacak.”
Birinci cümle nasıl bir cümle öyle!? Sihirli noktalıvirgül cümlenin sorununu çözmüştür, olamamışlığını oldurmuştur nasıl olsa, diye umulmuş sanırım. Herkese yönelik olan şey, atölye. O atölye çocuk edebiyatını teorisiyle, tartışmalarıyla, eserleriyle tanıtacakmış.
İkinci cümle de yine atölyede nelerin ele alınacağını söylüyor. Yani ilk cümleden o teoriyi falan atsaymış anlanabilir bir şey diyebilirmiş, ikinci cümlede de nelerin ele alınacağını sıralarmış böyle.
Üçüncü cümle için size bir sorum var: Bir iş yapıldıktan sonra planlanır mı? Mesela ben şu yazmakta olduğum yazıyı bitince mi planlasam? Yoksa planlayıp mı oturmuşumdur makinenin başına? Peki, ‘öncesinde planlanmış‘ ne demek? Planlama zaten önceden yapılan bir şey değil midir? İkinci sorum da şu: Tartışılacak kitap planlanlanır mı? Hayır, bence planlanmaz, olsa olsa belirlenir. Zaten yaptıkları da bu, önceden belirlemişler.
Yazmak Atölyesi kelimeleri yerli yerinde kullanmayacaksa kim kullanacak!?
Dördüncü cümleyi de bir zavallı virgülün kurtarması umulmuş sanırım: “… isteyen … metni okuyarak, bu metinler üzerine değerlendirmeler paylaşılacak.” Aktif başlayan cümle aniden pasife dönüyor, tam o dönüş yerinde (virgülde) özne de kayıplara karışıyor.
Şubat programını tanıtan metnin ilk paragrafı bu dört cümleden oluşuyor. (Cümleleri ben ayırdım.)
İnsan niye özenmez yaptığı işe? Atölyede özenli işler yapılıyordur herhalde, o işleri böyle berbat ifadelerle tanıtarak bilgilerini becerilerini aktaracak o insanlara, emeklerine yazık etmiyor musunuz, ayıp etmiyor musunuz? Diyelim Nesin Matematik Köyü dört işlem yanlışı içeren bir denklemle öğrencilere, öğretmenlere çağrı çıkarır mı, reklamını yapar mı? (Bu bilerek yapılmış hatayı kullanıp dikkat çekmek için belki.)
Özensizlik bu ülkenin genel sorunu herhalde ama dile özen göstermemek yazarlar arasında bile yaygın. Ve envai çeşit özensizlik var tabii.
Cildine, kağıdına, tasarımına özenilmiş bir kitabın giriş bölümünün ilk cümlesi şu:
“Muhtemelen gökten düşen üç elmadan biri demir elma değildi.”
Ben size demir elmanın ne olduğunu söyleyeyim, Endoğu Karadeniz’in güzel elmalarından biridir, siz de bana bu cümlede muhtemel olanın ne olduğunu.
Yazarımız şunlardan hangisini demek istiyor:
a) Bu üç elma muhtemelen gökten düştü (belki de başka bir yerden düşmüştür).
b) Gökten düşenler arasında muhtemelen demir elma yoktu.
Muhtemelen b şıkkı. Daha ilk cümlede, basit bir cümlede, tek okumada anlayıp geçeceğimiz bir cümlede okura böyle bir çelme ne diye takılır? Şu kısacık cümleyi bir kere daha okunma zahmetine neden katlanılmaz? Bir daha okunduysa bu çelme neden nasıl görülemez? Neden en yanlış biçimde dizilir şu basit cümledeki kelimeler?
Ataç şöyle der:
“Kaleminden çıkanı bir yol okumayan, bir........© Diken
