menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Fıkralar bize ne söyler?

27 26
02.03.2025

MUSTAFA ALP DAĞISTANLI

mustdagistanli@gmail.com

Myanmar’lı arkadaşım Po Po’yla yazışarak dünya hallerinden bahsediyorduk. Po Po çok dertli ülkesinin içinde bulunduğu durumdan, “Bizden kötüsü yoktur, eminim” diyordu.

Bu yaklaşımın doğru olmadığını anlatmaya çalıştım ona, “Bütün dünya ‘ilginç zamanlar’dan geçiyor, heryer kötü, ama işte başka oluşumlar, çabalar da var, unutma” dedim. “Anlıyorum ama” diye cevap verdi, “sen anlamıyorsun, berbat burası. Dur ben sana bir fıkra anlatayım en iyisi, anlarsın o zaman.”

Fıkra şu:

Gardiyan bir siyasi mahkuma sormuş:

“Ne kadar ceza verdiler?”

“On yıl.”

“Ne için?”

“Hiçbir hakiki gerekçe yok.”

“Yalanı bırak! Hiçbir şey için beş yıl veriyorlar.”

Po Po şöyle açıkladı ülkesindeki durumu:

“İstediği kişiye istediği gibi saydırıp duran Başkan, kendisine en küçük bir söz söyleyen, ne söz söylemesi, bazan yan bakan, ne bakması, bazan bakmayan kişilere bile hakaret davaları açıyor. Başkan hakaret, hatta küfür yemekten hoşlanıyor bence, kendisini böyle bir nefret simgesi haline getirmek işine yarıyor çünkü. Zaten bir tek o karar vermiyor ki bunlara, ahlakları düşük, kurnazlıkları yüksek koca bir ekip kotarıyor bu işleri. Ama tabii Başkan’ın kendisi de üslubuyla, varoluşuyla, vücut diliyle, bulaştığı işlerle … nefret çekmeyi çok iyi bilen biri. Hakaret davaları açarak azdırıyor insanları, yeni hakaretler, yeni küfürler yiyor…”

Po Po haklıydı, her allahın günü evlerde, kahvelerde, meyhanelerde, lokantalarda, düğünlerde, cenazelerde, sokakta, yaylada, dağda ne sunturlu küfürler yediğini, nasıl hakarete uğradığını duymuyorsa da bilmiyor olamaz Başkan ve ekibi.

“Ben bu işlere girmem” diye yazmayı sürdürüyordu Po Po, “öfkemi ifade etmeye yetmez çünkü küfür ya da hakaret. Zaten küfürbaz biri değilim, ama bu herife küfür yedirenleri anlıyorum. Sadece öfke yok o küfürlerde, hakaretlerde; tabu yıkma gayreti, hevesi var, neredeyse kutsal bir yere kondurulan birini madara etme, rezil gösterme arzusu var.”

Eh, anlaşılır bir durum, ona hak verdiğimi söyleyen birşeyler karaladım ben de. Po Po istim üstündeydi ama, dur durak bilmeden yazıyordu. Bir fıkra daha anlatmaya girişti, daha iyi anlayayım diye.

Gerçekten de fıkraların bir anlatım gücü olduğu ortadaydı. “Yahu nerden uyduruyorsun bu kadar fıkrayı, bravo sana” diye takdirlerimi bildirince, “Nerde bende o beceri! Fıkra yaratacak kadar yaratıcı yazarlık dersi de alamadım, o kadar param yok. Daha önce başka yerler için anlatılmış fıkraları bize uyarladım” diye cevap verdi.

Toplumun öfkesini iyi veriyor diye şu fıkrayı anlattı sonra:

İçki almak için kuyrukta bekleyen bir işçi “Yetti artık” demiş, “yerimi koruyun, Başkan’ı vurup geleceğim.”

İki saat sonra dönüp sırasına girmiş. Arkadaşları sormuş:

“Hallettin mi herifi?”

“Hayır” diye cevap vermiş, “oradaki kuyruk burdakinden de uzun.”

Bir itiraz noktası yakaladım diye sevinmiştim, “Bak ‘Başkan’ diye fıkra anlatabiliyorsunuz, durum o kadar da kötü değil” dedim.

“Sen öyle san!” diye çıkıştı. “Sana anlatırken öyle dedim, yoksa bu fıkrayı orijinal haliyle anlatabiliyoruz ancak, ‘Gorbaçev’ diye.”

‘Başkan’ diye anlatsa başına neler gelebileceğini sıralarken, araya girdim:

“Sen de Mel Brooks gibi düşünüyorsun demek…”

“Ne düşünüyormuş o?”

Geçenlerde okuduğum bir yazıda Amerikalı yönetmen, komedyen, aktör Mel Brooks’un bir cümlesine rastlamıştım, onu gönderdim Po Po’ya:

“Diktatörlerle ilgili bilmeniz gereken şey, onlarla aynı kürsüyü paylaşırsanız kaybedersiniz, çünkü hatiplikleriyle büyülemenin yolunu........

© Diken