menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sırrı Süreyya Önder'in 'Cumhuriyet' eleştirisi üzerine…

100 0
07.05.2025

Uzun süredir yazmak isteyip ertelediğim bir yazı bu. Sırrı Süreyya Önder’in ardından yazacağımı tahmin etmezdim, demek ki bazı satırları ertelemek doğru değilmiş. Şimdi de pek içimden gelmiyor doğrusu; bu yazının nedeni yazma hevesinden çok, bir şey söyleme ihtiyacı.

Sosyal medya devri bir âlem. Herhangi bir ideolojiye mensup herhangi bir yazar çizerin, siyasetçinin, bir yerlerdeki birkaç dakikalık konuşması ya da bir yazıdaki birkaç cümlesi alınıyor, yayılıyor ve ne o insan ne de konu hakkında fazlaca bilgi sahibi olan kitleler tarafından katrana bulanıyor. Koskoca ömürler, bir âna, bir satıra, bazen tartışmalı bir siyasi eyleme indirgeniyor.

Sırrı Süreyya Önder’in yıllar önce bir TV kanalında, kendi üslubunca “Cumhuriyetin ne hayrını gördük?” serzenişi etrafında söylediği bir şeyler var. Konuyu yazıp çizdi de. O birkaç dakika, belli aralıklarla internette yayılıyor, hastanede kaldığı günlerde de yapıldı. Herhalde birileri bir kez daha doya doya küfredebilsin ve ilkokul çağı cumhuriyet tarihi bilgisini cümle âlemle paylaşabilsin diye.

Sırrı beyin eleştirilerinde biraz kolaya kaçtığını düşündüğüm, tartıştığım yerler vardı. Buna mukabil, Önder’in eleştirilerinin, bu ülkede devletin gadrine uğramış -yalnızca Kürtlerin değil- çoğu muhalifin ve sosyalistin düşüncesiyle örtüştüğü de bir gerçek. Belli başlı toplum kesimlerinin çektiği sıkıntıların, yaşadığı acıların da cumhuriyetin 100 yıllık tarihine dahil olduğunu kavramak bir mesele belli ki. Sıradan bir idari ceza ile karşılaştığında çılgına dönüp ağzına geleni söyleyenler; bir ömür insanca yaşam mücadelesi vermiş, yıllarca cezaevinde yatmış, işkence görmüş ve yine de insanından ve toprağından umudu kesmemişlerin eleştirilerine en sert ve aşağılayıcı tepkiyi verebiliyor.

Bir anayasacıya “Cumhuriyet nedir?” sorusunu yöneltirseniz, size önce kitabî bir yanıt verir ve der ki, “Cumhuriyet, devlet başkanının soy esasına dayanmadığı, seçimle belirlendiği devlet biçimidir.” Yani, cumhuriyet, monarşi olmayan devlettir. Demek ki cumhuriyet bir devlet biçimidir. Ve demek ki, bildiğim kadarıyla Demirel’den miras kalan ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti‘ ifadesi, yanlış bir ifadedir; ‘pasta tatlısı’ demek gibi. Bir kez daha ‘ve demek ki,’ cumhuriyetten söz edenler, aslında bir devletten, Türkiye Devletinden söz etmektedirler. Ufacık çocuğum, birkaç yıl önce yolda yürürken gördüğü bayrağa bakıp, “Bak, cumhuriyet bayrağı” deyivermişti. Çocuk pratikliğiyle çok yerinde bir tanım yaptı.

Soruyu açarsanız, o anayasacı, anayasadaki temel ilkeler bahsine girer ve cumhuriyetin niteliklerini sayar; AYM kararlarına referansla, cumhuriyetin kuru bir sözcükten ibaret olmadığını, ancak ilkelerle birlikte düşünüldüğünde anlam kazanacağını dile getirir. Hatta belki, Ecevit’ten örnekle, “Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin Aşil topuğudur” bile der.

Yok eğer, “Boş ver akademik tanımları, anayasacılığın heyecansız dilinin dışına çık ve cumhuriyeti, bir başka söyleyişle yurttaşı olduğumuz Türkiye Devletini, siyasi tarihini göz önünde bulundurarak ‘iki sözcükle’ tanımla” derseniz, iş değişir. Önce en sevdiğim tanımı yapar, ancak bununla yetinmez ve hemen arkasından, bir isim üzerinden bir anımı aktarırım.

Sevdiğim tanım, “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” sözü. Mustafa Kemal bu ifadeyi, 1920’lerdeki bir Meclis oturumunda yetim çocuklar için sarf etmiş ve sonrasında daha kapsayıcı biçimde kullanılır hale gelmiştir. Güzel de bir söz hakikaten.........

© Diken