menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

‘Hepimiz’ mi sorumluyuz?

56 0
25.01.2025

Anayasal ilkeler konusuna devam (2)…

Neden Japonlar değil de biz bu kadar çok ölüyoruz? Neden, bizim sokakta yediğimiz ‘sayın’ dayağı, Batı ahalisi böyle kolay ve sık yemiyor? Neden, bizim sayın bağımsız yargımız yıllar öncesinde takınılmış kişisel-toplumsal tutumlardan bugün için soruşturma konusu çıkarıyor da aynı mucize bir İskandinav ülkesinde yaşanmıyor, İskandinavlar ‘ileri demokrat’ olmadığı için mi? Neden, sıradan bir Batı demokrasisinde, ‘suçluluğu hükmen sabit olana dek herkes suçsuz’ kabul edilirken, bizde ‘bazı yurttaşlar suçsuzluğunu kanıtlayana dek suçlu’ kabul ediliyor?

Bir önceki yazıda ‘hukuk devleti’ ilkesinin ne denli hayati olduğunu ve ancak diğer anayasal ilkelerle birlikte bir anlam ifade ettiğini yazmıştım. Aslında bugün başka bir konuda, şu, her şeyin politik olduğu gerçeği hakkında yazacaktım. Ancak, Çiğdem Toker öyle güzel ve öz anlattı, insanı çileden çıkaran “Acıları siyasete alet etmeyin” (Türkçesi: Hesap sormaya kalkanın canına okunur, kırın kıçınızı oturun) özlü sözü üzerine öyle güzel bir yazı kaleme aldı ki vazgeçtim. Toker’den bir satır: “İktidar ile yanında duran şirketlerin çıkar birliği, korkunç boyutlara ulaşan bir rant hırsı, denetimsizlik, yaptırımların etkisizliği, tercih edilmiş bir siyasetin sonuçlarıdır. Böyle yozlaşmış, vatandaşını koruyamayan bir düzende ‘Siyasete alet etmeyin’ cümlesi, acıları siyasete alet etmenin ta kendisidir.” İşte bu kadar.

Anayasal ilkeler ne işe yarar? Hani, anayasanın ilk üç maddesinin değiştirilmesi gündeme geldiğinde pek çok siyasetçi kendini kaybederek akıllarına gelen en sert ifadeleri kullanıyor ya işte o ilkeler halk için ne anlam ifade ediyor? Ya da halk için bir anlam ifade etmesi için ne yapmalı?

Anlatması zor konulardan biri bu. Anayasal ilkeleri sorguladığınızda ve anayasa fetişizmini eleştirdiğinizde, hemen her zaman, “Ne yani, ilkeler önemsizse ne üzerine konuşuyorsunuz o zaman, anayasayı ciddiye almayalım mı?” sorusuyla karşılaşırsınız. Soruyu soran haksız diyemem; zira, ülkede 1876’dan bugüne anayasa konuşulmayan bir dönem olmadı. Eh, bu kadar çok konuşuluyorsa bir hikmet olmalı. Kişisel olarak, yazmaya başladığım günden bugüne anayasa metinlerinin zannedildiği kadar önemli olmadığını, Mümtaz Soysal’a atıfla ‘anayasaların dışına bakmak gerektiğini’ tekrar ediyorum. Bu tutum benim icadım değil, bir anayasacılık yorumunu, geleneğini takip ediyorum. Söz konusu geleneği ve neden önemli olduğunu, diğer geleneklerden-yorumlardan farkını, anayasaların ‘sınıfsal niteliği’yle ilgili kısımda ‘bir kez........

© Diken