Üstünden tren, içinden muhabbet geçen bir meyhane
BEHZAT ŞAHİN
Referansım olmasa, içeri girmem pek mümkün değildi. Restaurant değil, pub-birahane değil, meyhane hiç değil; cafe yazıyor. Hem de ‘C’ ile. Kerahet vakti kahve içip dedikodu yapacak halimiz yok ya. Siyah filmle kaplı camlardan içerisi de görünmüyor ki ortamdan tüyo alayım. Bir tek tabelanın rengi ve girişin hemen solunda yer alan fiyat listesi, işletmenin tarzı konusunda ipucu veriyor.
Paul (Benjamin Osterlund), aylar önce Seyrantepe’deki İnegöl Restaurant’da buluştuğumuzda, bu mekândan bahsetmişti. Yenikapı’da, eski tren yolunun altındaymış. Bütün bilgi bu. O da hiç gitmemiş, hayal meyal hatırlıyor. “Birlikte gidelim bir gün” diye sözleşmiştik. O gün bugünmüş.
Paul’den önce gelmişim ama bulmam zor olmadı. Ulaştırma Bakanlığı’nın Sirkeci-Kazlıçeşme arasında ‘nostaljik tren’ adıyla devreye soktuğu, eskinin Sirkeci’den Halkalı’ya kadar uzanan banliyö hattının Yenikapı durağına ulaşan alt geçitte yer alıyor. Tam adıyla ‘Efes Geçit Cafe.’ Tren yolu da tam üstünde.
Ne yalan söyleyeyim, önyargılarıma göre içerisi, modern bir dekorasyona sahip, daha çok gençlere hitap eden üçüncü nesil bir kahveci, hadi bilemedin pub havasında olmalıydı. Değilmiş. İçeri girince bütün önyargılarım darmadağın oldu.
Girişin hemen sağında küçük bir meze dolabı, arkasında adisyonları da tutan bir beyefendi var. Etrafında altışar sandalyesiyle sekiz yüksek ayaklı masa… Bazılarında da tek tük müşteri oturuyor. Ama asıl karakterini bence, maviye boyanmış lambri kaplı duvarlar veriyor. Bin yıl düşünsem bu rengi seçmezdim. İyi ki bana kalmamış bu seçim; bir mekâna bir renk bu kadar mı yakışır… Öyle tarz olsun diye yapılmadığı, eskiden beri böyle olduğu yakından bakılınca daha da iyi anlaşılıyor.
Ayrıntılara birazdan devam ederim; önce yerleşeyim.
Dolabın arkasındaki beyefendiye iki kişi olacağımızı söyleyerek nereye oturabileceğimi sordum; “İstediğin yere.”
Girişin karşı köşesindeki masada tek başına bir beyefendi, yüzü kapıya dönük birasını yudumluyor. Bana da orası uyar, hem kapıya, hem bütün salona hâkim. İzin isteyip, masanın duvar kenarındaki yerimi aldım. Arkamdaki raflarda çoğu boş olsa da farklı ülkelere ait içki şişeleri var. Duvarlarda çeşitli Atatürk fotoğrafları ve Türk bayrakları asılı daha çok. Bir de ‘içkiye övgü’ mesajlı plakalar. ‘Alkol neredeyse mutluluk oradadır’, ‘Alkol işinizi engelliyorsa işinizi bırakın…’ gibi. Sorun şu ki, burası eczane değil, biz de alkol tüketmiyoruz; içki içmeye geldik.
Servise bakan hanımefendiden bira rica ettim. Tabeladaki kurumsal rengi kullanan markanın fıçısı ve birkaç şişe çeşidi varmış. Paul’u beklerken, bu düşük alkollü içkiyle soluklanayım bari. Masa komşum telefonuyla meşgul;........
© Diken
![](https://cgsyufnvda.cloudimg.io/https://qoshe.com/img/icon/go.png)