menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kıdemli diplomat Alon Liel: 35 yıl hizmet ettiğim ülke bu İsrail değil

19 3
15.09.2025

Alon Liel, 1980’lerin başında Türkiye’de görev yapmış, emekli bir İsrailli diplomat. Uzun kariyeri boyunca İsrail’in Güney Afrika büyükelçiliğini ve dışişleri bakanlığı sözcülüğünü de yürüttü, aynı bakanlığın ve ekonomi bakanlığının müsteşarı oldu, başbakanken Ehud Barak’ın danışmanlığını üstlendi. Emekliliğiyle beraber siyasi faaliyetleri sürdü, Filistinlilerle İsrailliler arasında kalıcı bir barışın sağlanabilmesi için mücadeleye girişti. O kadar ki Yahudi ve Arapların beraber top koşturduğu amatör bir futbol takımı dahi kurdu ve başkanlığını yürüttü.

Türk basınında Gazze’de yaşanan felaketle ilgili birçok yayın yapıldı, yapılıyor. Fakat İsrail’in içinden, İsrail toplumunu ve devletini tüm nüanslarıyla tanıyan ve hakkıyla tanıtabilen seslerin eksikliği de hissediliyor. Bu eksikliği gidermek, İsrail devlet mekanizmasının nasıl çalıştığına, toplumda egemen olan ana akım düşünce kalıplarına ve fay hatlarına bir miktar daha aşina olmak, uluslararası alanda İsrail’in konumunu anlamak için Liel’le sohbet ettik.

Kişisel bir soruyla başlamak istiyorum. Hamas’ın 7 Ekim saldırıları sırasında İsrail’deydiniz. Saldırı haberini aldığınızda aklınızdan neler geçti? O gün hissettiklerinizden bahsedebilir misiniz?

Başbakan dahil her İsrailli gibi ben de siren sesleriyle, 06:29’da uyandım. Olağanüstü bir durum olduğunu anladım ama saldırıyı Hizbullah’ın yaptığını düşündüm. Hamas’ın askeri kapasitesi çok düşüktü. Yarım saat içinde, İsrail’in içine sızıldığını anladım. Her İsrailli gibi sürpriz değil, şoktu yaşadığım. Filistinlilerin diplomatik bir ağırlığı vardı fakat askeri güçleri yoktu. Attıkları adım bana intihar gibi göründüğünden ilk başta inanamamıştım.

Kayıplar hakkında bilgiler gelmeye başladı. Bazıları arkadaşımızdı, çünkü sınır boyundaki yerleşimlerde ortanın solundan, siyasal müttefikim diyebileceğim, şahsen tanıdığım birçok kişi vardı. İsimler geldikçe donup kaldık.

Hamas’ın saldırısına İsrail’in verdiği tepki ne derece sürpriz oldu sizin için?

Doğru kelime şok. 7 Ekim’in getirdiği aşağılanma hissi o kadar büyüktü ki herkes bir cevap verilmesini istedi. Barış hareketini destekliyor olsam da ben de istedim. Fakat bir süre sonra hükümetin derdinin intikam almak olduğu anlaşıldı. Köyleri, şehirleri yerle yeksan edip insanları sürmenin stratejik bir açıklaması yoktu. Dünya da bunun bir intikam operasyonuna döndüğünü kavradı.

Bir örnek vereceğim. İran’la çatışmalar sırasında Paris’teydim. İsrail’e yapılan eleştirilerin yerini askeri kapasitemize duyulan bir hayranlık almıştı neredeyse. Alman cumhurbaşkanı, İsrail için “İran’da bizim işimizi görüyorlar” diyordu. (Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel) Macron’la bizzat görüştüm. O da İran’la savaşı destekliyordu. Bizim için müthiş bir dönüm noktası oldu bu, ben de bu çatışmadan sonra duracağımızı tahmin ediyordum. Fakat İsrail, İran’la savaşını bitirdikten sonra Gazze’ye kesintisiz biçimde saldırmaya, insanları yurdundan etmeyi sürdürdü. Akıl alır gibi değildi bu. İran’la giriştiğimiz mücadele düştüğümüz kötü pozisyondan çıkmak için altın bir fırsata dönüşmüştü, fakat bunu kullanmadık. Tek ajandanın Hamas’ı yok etmek olduğunu hepimiz, tüm dünya gördü.

Biraz da İsrail toplumundan bahsedelim. Kıdemli bir diplomat ve İsrail’in politikalarını kamusal alanda eleştirmekten kaçınmayan emekli bir bürokrat olarak kendinizi Filistinlilerin haklarını savunurken yalnız hissediyor musunuz? Kamuoyunda aykırı görüşlerin serbestçe ifade edilebilmesi için bir alan var mı hâlâ?

Biliyorsun, dört yıl önce hükümete karşı dev gösteriler yapılmaya başladı. Ben de katıldım bu protestolara. Parçası olduğum için iyi de hissettim. Ama eylemciler tam olarak benim ajandamı takip etmiyordu. (İsrail Başbakanı Binyamin) Netanyahu’nun demokratik kurumları, yargıyı, medyayı, akademik kurumları ele geçirmesine karşı çıkıyorlardı. Biz ise Filistin topraklarının işgaline karşı da sesimizi çıkarmak istiyorduk. Fakat protestoların organizatörleri bunu yapmamamızı rica etti. Arap konuşmacılar davet etmek istedik; bize işgalden bahsetmemeleri koşuluyla gelebileceklerini söylediler. Sonunda küçük bir köşede sloganlarımızı atmamız, çadırlarımızı kurmamız için bir alan açtılar. Kalabalık değildik. Organizatörlere göre yüz binlerce protestocuyu sokağa çağırırken işgal gibi konulara girilmemeliydi, yoksa protestocu sayıları yüz binlerden binlere düşerdi.

Son iki yılda gözlemlediğimiz protestolara da uzaktan bakınca benzer bir hisse kapılıyor insan. Eylemcilerin rehineler için sokaklara çıktığı, Filistinlilerin yaşadıklarına kayıtsız kaldığı görülüyor. Doğru bir izlenim mi bu? Yoksa uluslararası baskı ve Gazze’den gelen görüntüler tabloyu biraz değiştirdi mi?

Odak noktası rehineler tabii. Burada da savaş öncesine benzer bir durum var. Rehine aileleri, bizden protestolara siyaset karıştırmamamızı rica ediyor. Rehineler meselesi siyaset üstü bir mesele olarak görülüyor, işgal çok küçük bir azınlığın hassas noktasıyken rehinelerin akıbeti çok daha geniş kesimleri ilgilendiriyor. Filistin topraklarının işgali meselesini protestoların ana konusu haline getirirsek eylemlerin çapı küçülür.

Son yıllarda giriştiğiniz siyasi faaliyetlerinden biraz da bir diplomat olarak görev yaptığınız yıllara dönelim. İsrail devletinin işleyişine son derece hakimsiniz. İlk olarak merak ettiğim, bürokratik dönüşüm. İsrail’in omurgasını oluşturan seküler elitlerin yavaş yavaş güç kaybettiğini gözlemliyoruz. Netanyahu hükümetlerinin ön plana çıkardığı radikal unsurlar devlette nasıl bir dönüşüme sebep oldu?

Değişimin mahiyetini bir Türk vatandaşı olarak en iyi sen anlayabilirsin. Bizim, yani bir zamanın müesses nizamının başına gelen, Türk sekülerlerinin başına geldi: Dışlandılar. Öyle ki İsrail’de artık yalnızca farklı bir yönetimden değil, farklı bir ülkeden bahsetmemiz gerek. 35 yıl boyunca hizmet ettiğim ülke, bugünkü İsrail değil. Hizmet ettiğim ülkeye tüm kalbimle bağlıydım. Bugünkü İsrail’e sonuna kadar itiraz ediyorum. Değişim dramatik; özellikle bürokraside. Türkiye’de olduğu gibi liyakat sahibi kadroların dışlandığı, daha dindar ve kırsal alandan gelen kadroların öne çıktığı bir süreçten geçiyoruz. Derin bir güvensizlik var. Bizi kendilerinden saymıyor, hatta hain olarak görüyorlar diyebilirim. Yönetim krizinin ve liyakat eksikliğinin ilk sonuçlarını 7 Ekim’de gördük. Yapılan hatalar devasaydı.

Netanyahu hükümetinin sık sık askeri, mülki ve istihbarat kadrolarıyla çatıştığını görüyoruz, özellikle de savaşın ne yön alacağı konusunda. Sizce aralarındaki gerilimin temel sebepleri neler?

Savaştan önce, konu liberal bir demokrasi olarak var olmaya devam edip etmeyeceğimizdi. Seküler gruplar ve Yahudi olmayan yüzde 25’lik kesim için demokrasiyi, yani güçlü ve bağımsız kurumları korumak elzemdi. Karşılarında ise çoğunlukçu bir demokrasi anlayışı olan bir blok oluştu. Burada anahtar kelime, 40 yıl önce........

© Diken