Avcı-Toplayıcıdan, Küresel Güce – İnsanoğlunun Unutulan/Unutturulan Tarihi – II
Avcı-Toplayıcıdan, Küresel Güce – İnsanoğlunun Unutulan/Unutturulan Tarihi – 1
“İnsanlık, 300.000 yıllık tarihinde neredeyse tüm zamanını liderlerin, kralların, yasaların ve dinlerin olmadığı özgür bir avcı-toplayıcı düzende geçirdi. Biyolojik olarak zayıf olan insan, ancak kalabalık gruplar hâlinde yaşayarak hayatta kalabildi; bu zorunluluk kolektif savunmayı, kolektif avlanmayı ve zayıfların korunmasını doğurarak erken insan toplumlarını dayanışma üzerine kurdu. Sosyal zekâ, empati, işbirliği, rol paylaşımı ve topluluk hafızası bu dönemde şekillendi. İnsan tek başına zayıftı; ama daha kalabalık olduğunda doğaya meydan okuyabilecek kadar güçlü bir tür haline geldi.”
İlk Grupların Kalabalıklaşması: Ve İnsan Sosyalleşmeye Başlıyor
İnsan topluluklarının büyümesi sadece biyolojik değil, psikolojik de bir süreçti. Grup büyüdükçe avlanma ve savunma stratejileri gelişiyor, bakım ve güvenlik artıyor, insan ömrü uzuyor ve yaşlılardan bilgi aktarımı güçleniyor, toplumsal hafıza genişliyordu.
Kalabalık gruplarda ilişki, rol, görev dağılımı, paylaşım ve koordinasyon gibi sosyal düzenlemeler ortaya çıkıyor, bu da bireylerin zihninde güçlü bir “biz” duygusu oluşturuyordu. Artan grup içi etkileşim, empati ve iletişim becerilerini keskinleştiriyor; insan beyninde sosyal zekânın gelişimini hızlandırıyordu. Bunlar, sosyalleşmenin ve uygarlığa giden yolun ilk yapı taşlarıydı.
Göçebe Kalabalıklığın İlk Bunalımı: Kaynak Yetersizliği
Göçebe gruplar büyüdükçe çevredeki kaynaklar daha çabuk tükenmeye başlıyordu. Kalabalık bir grup aynı bölgede uzun süre kaldığında, av hayvanları o alandan uzaklaşıyor; mevsimlik bitkiler ve meyveler hızla tüketiliyordu. Bu nedenle gruplar çok daha sık ve daha uzun mesafelere göç etmek zorunda kalıyorlardı. Üstelik kalabalıklar halinde göç etmenin temposu düşüyor ve kalabalığın ihtiyaç duyduğu günlük enerji tedariği problemi kıtlık riskini artırıyordu. Durmak açlığa, açlık ise topluluğun yok oluşuna giden yoldu. Böylece insan kalabalıklaştıkça hem “hareketli” hem de “kaynak bağımlı” bir türe dönüştü. Bu durum, gelecekte yerleşik yaşamı dayatan uzun vadeli baskıyı artıracaktı.
Bu yüzden kalabalık grupların sürekli göç etmesi giderek zorlaştı. Bu zorluk bile, insanı yerleşik yaşama doğru iten en güçlü nedenlerden biriydi.
Yarı Göçebe Yaşam: Yerleşik Yaşamın İlk Evresi
Büyük otçul sürüler mevsimlere göre hep aynı vadileri, su yollarını ve geçitleri kullanıyordu. İnsan grupları da bol ve yüksek enerjili avı elde edebilmek için bu göç yollarını önceden kontrol etmek zorundaydı. Bu amaçla haftalarca, hatta aylarca aynı bölgede kalıyor; mevsimsel “kamp alanları” oluşuyordu. Bu yarı göçebe yaşam biçimi, insanın yerleşik hayata dair ilk deneyimlerini oluşturdu.
Uzun süre aynı bölgede kalmak, daha dayanıklı barınaklar yapma gereğini doğurdu. Geçici sığınakların yerini rüzgâra ve yağmura dayanıklı çadır benzeri yapılar ve ağaç kulübeler almaya başladı. Bu değişim, “geçici bir çatı” fikrinden “kalıcı bir yer” duygusuna doğru atılmış önemli bir zihinsel adımdı.
Ateşin Fark Edilmesi, Kavranması ve İcadı
İnsan türünün ateşi fark etmesi, doğadaki en yıkıcı güçlerden birini evcilleştirmesi anlamına geliyordu. İnsanlar ateşi ilk kez yıldırım düşmesi, otlak yangınları veya volkanik aktiviteler sırasında gördü; ateşten kaçan hayvanlar, pişmiş etin kokusu ve yanmış alanların güvenliği dikkatlerini........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein