menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Özbay: “Edebiyata Hatta Başka Sanatlara Konu Olan Şey Daha Çok, Olamamışlık Ya Da Tamamlanamamışlık Hissi.”

7 0
22.03.2025

Geçtiğimiz yılın son günlerinde Metinlerarası Kitaptan çıkan Geçmiş Devam Ediyor adlı öykü kitabınıza dair bir söyleşi yapmak istedik sizinle. Öncelikle kitabınız hayırlı olsun. Ve okuru bol olsun. Geçmiş, gerçekten devam ediyor mu? Bununla başlayalım isterseniz… Ya da nasıl devam eder geçmiş?

Zamanın getirip kucağımıza bıraktığı, omzumuza yüklediği olumsuzluklar, toplum üzerindeki baskılar, ömrünü tamamlamış olması gereken dayatmalar devam ettiği sürece, bunların başladığı yere imlediğimiz zaman, yani geçmiş de devam eder elbette. Dönüp dolaşıp aynı şeyleri yaşamak da bireysel hayatımızda içinden çıkamadığımız fasit daireyi imlemez mi? Birbirinin aynı günler yaşamak ya da geçmişte çözemediğimiz sorunları aklımızın içinde döndürüp durmak; işte kitabımdaki öykülerde bunlardan mustarip kahramanlar var çoğunlukla. Kitabın ismi de buradan geliyor. Bir de bütün öyküleri kapsayan bir isim olmasından.

Daha önce şiirlerinizle, şiir kitaplarınızla tanındınız. Çoğumuz şair olarak biliyoruz sizi. Şiir kitaplarının ardından bir öykü kitabı geldi. Neden iki farklı türde yazma ihtiyacı hissettiniz? Ya da farklı türlerde yazma nedenleriniz neler? Daha genel soracak olursak edebi türleri birbirinden ayıran çok kalın çizgiler, sınırlar var mı sizce?

Bence yok. Eline kalem alıp derdini anlatmak isteyen insan, kendini neden tek bir türle sınırlasın ki? Onu buna zorlayan edebi bir yasa veya yasak mı var? Elbette yok. Her iki türün olanaklarından yararlanabilmelidir insan. Hatta becerebiliyorsa başka türlerin de… Günümüzde türler arasındaki geçirgenlik çok daha fazla. Hele ki yoğunluk açısından akraba olan şiir ve öykü söz konusu olduğunda, yazan insanlar her iki türde de eserler yaratabiliyor kolaylıkla ki bunun birçok örneği var.

Şiirle başlayıp öyküyle -ya da tam tersi- çok yazar sayabiliriz bir çırpıda. Aslında sanılıyor ki önce bir tür deneniyor, sonra da diğer tür. Tam olarak böyle değil. Yazarların ilk kitaplarının türü yanıltıyor sanırım okuru. İlk kitapları şiirse, hiç öykü yazmadığı kabulü oluşuyor. Bende böyle değil en azından. İlk kitaplarım şiir türünde ortaya çıkmasına rağmen, öyküler de yazıp yayımlıyordum dergilerde. Kitaplaşması sonraya kaldı yalnızca.

Öykülerinizi özellikle de Yüreğimde Yara Varı okurken sinemayla ilgili olduğunuz anlaşılıyor. Yazlık sinemalar, Yeşilçam oyuncuları var bu öyküde. Aynı zamanda sinematografik bir anlatım tekniği de öykülerinizde kendini hissettiriyor. Neler söylersiniz bu konuyla ilgili?

Özellikle bizim kuşağın doğup büyüdüğü şehirlerde, kasabalarda, mahallelerde yazlık sinemalar vardı. Ve toplu bir ayin gibiydi buralarda film izlemek. Dönemin ruhunu yansıtan hikâyeleri bir de beyazperdede izlerdi insanlar. Orada içilen gazozun, çitlenen çekirdeklerin bile tadı o hikâyeye dahildi. Filmdeki aktör ve aktrisler ailedendi. Bu duyguyu şimdiki kuşak pek bilmez. Örneğin Adile Naşit’i annemiz, teyzemiz kadar severdik biz. Çünkü bize bizim hikâyemizi anlatan filmlerin kahramanıydı. Filiz Akın’a yalnızca filmdeki esas oğlan âşık olmazdı, biz de âşık olurduk. Kötü adam Erol Taş’ı biz de döverdik oturduğumuz tahta sandalyelerde.

Sinema sonsuz bir anlatım olanağı sunar elbette izleyiciye. Görsel şölendir aynı zamanda. Ki ben de sıkı bir film izleyicisi olarak öykülerimde sinemanın olanaklarından yararlanmışımdır fırsat buldukça. Hikâye anlatımını güçlendirip renklendirdiğine inanırım bunun. Tıpkı sinema gibi ‘renkli ve Türkçe’ hikâyeler yaratmak adına.

Son dönemlerde hızına yetişemeyecek derecede büyük değişimler yaşıyoruz. Bu değişim sürecinin ağırlığını, rengini, yönünü yine “Yüreğimde Yara Var” adlı öykünüzdeki “… çocukken yazları el yapımı neifs dondurmasına, kışları bol tarçınlı sıcak sahlebine bayıldığımız pastaneye girdik. Birçok şeyin doğallığının yok olduğu, tadının kaçtığı şu modern zamanlarda, çağın dayattığı koşullara uygun bir şekilde yenilendikten sonra hazır dondurmaya, fabrikasyon sahlebe dönen ve vitrin camında Saray Pastanesi yerine artık Saray Patisserie yazan dükkâna” cümleler anlatıyor aslında. Gerçi bu cümlelerin üstüne çok fazla şey söylenmez........

© dibace.net