Çıplak: “Metapoetika, Farklı Şiirleri Farklı Kuramsal Yaklaşımlara Dayalı Olarak Okuma Denemesidir.”
Geçtiğimiz aylarda “Metapoetika” adlı kitabınız yayımlandı. Hayırlı olsun, okuru bol olsun. Nedir Metapoetika? Kitabınız hakkında bilgi verir misiniz?
Öncelikle iyi dilekleriniz için teşekkür ederim ama çok okunacağına yönelik bir umut yok içimde. Metapoetika ağırlıklı olarak 2002’den bu yana yazdığım şiir çözümlemelerinden oluşuyor. Yazıları, şiirlerin yazılış tarihine göre kronolojik sıraladığım için okuyanlar yazıların üslubu açısından farklılıklar bulacaklardır. Dolayısıyla kitap yirmi yılı aşkın sürede yazılan yazılardan oluştuğu için bu farklılıklar kaçınılmaz.
Yazıların yayımlanış tarihini merak edenler dergilerde izini sürebilirler. Her bir yazıyı, farklı şiirleri farklı kuramsal yaklaşımlara dayalı olarak okuma denemesi olarak da nitelendirebilirim. Bu düşünsel değişim ve gelişimimin bir sonucuydu.
Bu topraklarda yaşayan insanların kahir ekseriyatı ilk gençlik çağlarında şiir yazar, şiirle ilgilenir. Sizin şiirle tanışıklığınız, şiire ilginiz nasıl başladı?
1992’de bir tiyatro izlemiştim, bir sahnesinde gür bir sesle Mehmet Âkif’in Çanakkale Şehitlerine’ şiiri okunmuştu: “Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın” falan… Of off, çok etkilenmiştim. O anda başladı yazma isteği.
O sıralar bakkal dükkanı işletiyorduk ve mevsim kış olduğu için sokakta in cin top oynuyordu. Çok sıkılmıştım, kendimi avutmak için o zamana kadar tercih ettiğim etkinliği, resim çizmeyi bırakıp kağıda mısralar karalamaya başladım. Hamasi, arabesk şeyler. Bir süre devam ettim. O defterler şu an elimin altında olmasına rağmen, hâlâ onlara elimi uzatmadım. Eminim korkunç şeylerdi.
“Şiirleri derin ya da yakından okuma serüvenim” diyorsunuz. Nedir “şiirleri derin okuma”? Nasıl olur “şiirleri yakın okuma”? Bahseder misiniz?
Elimde dosyamla bir arkadaşın ısrarları üzerine 2002’de Hüseyin Ferhad ile tanışmaya gitmiştim. Dosyama baktı, Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya atıfla içindeki tüm şiirleri kaldırıp atmamı, yeniden yazmaya başlamamı söyledi. Daha önceki şiirleri okumamı ve geleneği öğrenmemi önerdi. Öyle yaptım.
Aynı günün akşamı masamın üstüne hem Yahya Kemal’i hem de Ahmet Haşim’in kitaplarını koydum ve okumaya başladım. Önce bir şiiri bütünüyle, ardından dize dize, kelime kelime. Bir yandan da yenilerden eskilere doğru gitmeye başladım. Aklıma fikirler üşüşüyordu. Arkadaşlarıma göre bu fikirler epey farklıydı. Sonra bunlar yavaş yavaş yazıya döküldü. Temellendirerek yazdıkça onlar da beğenmeye başladılar.
“Şiir diğer disiplinler olmadan anlamlandırılamaz” diye bir tespitiniz var. Bu tespitinizi açar mısınız? Ayrıca akademik olarak Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik eğitimi aldınız. Bu eğitimin şiirle bağ kurmanızda ne gibi etkileri oldu? Eğitiminiz şiirle birlikte düşünüldüğünde neler söylersiniz?
Mesele aslında çok basit: Biçimciler, dilbilimciler, yapısalcılar, göstergebilimciler diğer disiplinlere başvurmaksızın metnin yazınsallığının incelenmesi gerektiğini iddia ediyorlar ve böylece okurun karşısına çoğunlukla kuşdili benzeri bir dille yazılmış incelemeler çıkıyor. Oysa felsefe, psikoloji, sosyoloji, tarih, din, mitoloji, siyaset gibi disiplinler........
© dibace.net
