menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Boynukara: “Türkiye’de Çoğu Üniversite Hâlâ Geçmişin Müfredatıyla Geleceğin Sorunlarına Çözüm Üretme Gayretinde.”

6 4
03.05.2025

Hem devlet üniversitelerinde hem özel üniversitelerde hocalık yaptınız, idari görevlerde bulundunuz. Aynı zamanda dünya üniversitelerini de tanıyorsunuz. Üniversite konusundaki tecrübeleriniz yadsınamaz. Bütün bu özelliklerinizi göz önünde bulundurarak sormak isterim: Türkiye’de gerçek anlamıyla üniversite var mı? Ya da üniversite kavramı nasıl anlaşılıyor bizde?

Daha önce de bir söyleşi yapmıştık. O tarihten bu yana ne değişti dersen çok iç açıcı şeyler söyleyecek durumda değilim. Üniversite, öğretim üyesi/elemanı, öğrenci ve yayın sayısı en az iki katına çıktı. Nitelik konusu yerini ısrarla koruyor. Devlet, özel ve vakıf üniversitelerinin sayısı 200’ü çoktan aştı. Öğrenci sayısı yedi milyonun epeyce üzerinde ama “gerçek anlamda üniversite” dediğimizde işin rengi değişiyor. Şunu hepimiz biliyoruz; bina, öğretim üyesi, yayın ve öğrenci sayısı bir gelişmeyi değil büyümeyi/irileşmeyi ifade eder.

Oysa üniversite dediğimiz şey, sadece diploma veren bir kurum değil; düşünen, sorgulayan, araştıran, topluma yön veren, özgür fikirlerin üretildiği bir alandır. Yani epistemolojik, etik ve sosyolojik bir ağırlığı olmak zorundadır. Ne yazık ki pek çok yerde “üniversite” kavramı daha çok bir kariyer basamağı, bir statü aracı, hatta bir inşaat yatırımı gibi anlaşılıyor. Öğrenci merkezli değil; daha çok sistem merkezli, sınav ve not odaklı. Eleştirel düşünceye pek alan açılmıyor.

Benim gördüğüm Türkiye’de pek çok üniversite hâlâ geçmişin müfredatıyla geleceğin sorunlarına çözüm üretmeye çalışıyor, bu da ciddi bir zaman ve sermaye israfı demektir. Yine bana göre üniversitelerin üç temel işlevi olmalı;

Nitelikli iş gücü: Bu sadece teknik bilgi değil; eleştirel düşünce, etik farkındalık, iletişim becerisi, hatta kültürel duyarlılık da içermeli. Ama bu bireyler nasıl yetişecek? Eğitim ortamı sorgulamaya kapalıysa mümkün değil.

Güncel sorunlara pratik çözümler: Üniversiteler sahaya inmelidir. Mesela kentleşme, çevre, toplumsal cinsiyet, yapay zeka, göç gibi konularda aktif politika üretebilmelidir. Yap bir yayın, doçentlik kriterlerine uygun olsun mantığı sonuç üretmiyor.

Gelecek projeksiyonu: En az konuşulan ama en kritik konu bu. Üniversite sadece bugünü değil, 10-20 yıl sonrasını da öngörebilmelidir. Yapay zeka, iklim krizi, biyoteknoloji, etik sorunlar… Bunlara kafa yoran kurum sayısı maalesef çok az. Bunun için öncelikle müfredatın, zihniyetin ve yönetim yapısının değişmesi lazım.

Son dönemlerde her yere üniversite açılıyor. Modern binalar, göz alıcı kampüsler, devasa yapılar gözlerimizi kamaştırıyor. Üniversite sadece fiziki yapılardan mı müteşekkil bir eğitim kurumu?

Yukarıda da değindiğimiz gibi Türkiye’de son 20 yılda “her ile bir üniversite” anlayışıyla fiziki yatırımlar yapıldı. Üniversiteler çoğaldı, öğrenci sayısı arttı. Bu büyük ölçüde politik bir tercihti. Bazı yerlerde yükseköğretime erişim kolaylaştı evet ama ne yazık ki çoğu yerde içi doldurulmadan yapılan bu hizmet üniversitenin anlamını mimariye indirgedi. Dediğin gibi göz alıcı kampüsler, ama kütüphanesiz, modern binalar, ama deney yapılacak laboratuvarlar yetersiz. Amfiler var, ama tartışma kültürü yok. Öğretim üyeleri var, ama gerçek anlamda bilimsel üretim çok düşük.

Yukarıdaki sorumuza bağlantılı olarak bir noktayı daha sormak isterim: Genelde özel üniversiteler herhangi bir apartman dairesini üniversite ya da yüksekokula çeviriyor. Devlet üniversitelerindeki devasa yapıların aksine işyerlerinin, konutların arasından üniversite binaları fışkırıyor. Yani apartman üniversiteler… Bu hususlardaki düşünceleriniz neler?

Bir üniversitenin sadece adıyla ya da tabelasıyla değil, sunduğu fizikî olanaklarla da bir “yükseköğretim kurumu” olması gerekir. Laboratuvar, kütüphane, sosyal alan, öğrenci kulüpleri, spor tesisleri, hatta kampüs yaşamı gibi unsurlar, eğitimin niteliğini doğrudan etkiler. Bir apartman dairesine sıkıştırılmış, sınırlı olanaklara sahip bir yapı bu bütünlüğü sağlayamaz. Bu da mezunların donanımına ve iş hayatına yansıyan ciddi bir kalite sorunu doğurur. Bu durumun ardında yatan en önemli nedenlerden biri, üniversite açmanın “eğitimden ziyade ticari bir faaliyet” olarak görülmeye başlanmasıdır.

Binayı kirala, tabelayı as, birkaç akademisyen bul, kontenjan al: İşte üniversite! Ancak bu yaklaşım, yükseköğretimi bir “kamu hizmeti” olmaktan çıkarıp bir piyasa ürününe dönüştürüyor. Öğrenciler müşteri, diplomalar da ürün. Apartman üniversiteler, çoğu zaman işyerleriyle, konutlarla iç içe bir yapıya sahip. Bu durum en çok da öğrencilerin aidiyet duygusunu zedelemektedir. Kampüs kültürü yerine, “derse gir, çık” mantığı hâkim olmaktadır. Öğrenci sadece akademik değil, sosyal ve kültürel olarak da gelişmekten mahrum kalmaktadır.

Apartman üniversitelerin durumunu anlattınız. Peki, mimari anlamda kendini gösteren, göz dolduran üniversitelerimizde öğrenci kulüpleri, sosyal yaşam, barınma, kampüs olanakları öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılıyor mu? Üniversite binaları ve kampüsler yapılırken öğrencilerin ihtiyaçları düşünülüyor mu sizce?

İsim vermek istemem ama bazı üniversitelerimiz hem fiziksel alan planlaması hem de mimari kimliği açısından avantajlı durumdadır. Zaten bu, çoğumuzun bildiği bir konu. Yine bazı üniversitelerde öğrenci kulüplerine ciddi alan açılırken ve destek sağlanırken, çoğunda bu faaliyetler fiziksel ve lojistik açıdan sınırlı kalıyor. Özellikle devlet üniversitelerinde kulüplerin çalışma alanları, fon bulma imkânları ve görünürlükleri oldukça kısıtlı. Barınma konusu birçok üniversite öğrencisi için temel bir sorun.

KYK yurtları çoğu zaman yetersiz kalıyor; özel yurtlar ve ev kiraları ise ciddi ekonomik yük oluşturuyor. Kampüs içinde barınma imkânı sunan üniversitelerin sayısı sınırlı ve bu imkânlara ulaşmak genellikle zor. Genel eğilim, üniversite binalarının merkezi yönetim ve müteahhit odaklı kararlarla inşa edildiği yönünde. Yani planlamada öğrencilerin günlük ihtiyaçları, sosyal alan beklentileri, fiziksel erişilebilirlik gibi konular ikincil kalabiliyor. Bu nedenle birçok üniversite binası, mimari olarak etkileyici dursa da işlevsellik ve kullanıcı dostu olma açısından eksik kalabiliyor.

Genelde üniversite denince özgür düşüncenin, aklın, araştırmanın, bağımsızlığın olduğu yerler akla geliyor. Peki ülkemizde durum böyle mi? Yeterince akademik özgürlük var mı bu kurumlarda?

Üniversite, tarihsel olarak eleştirel düşüncenin, bilimsel sorgulamanın ve özgür fikrin kurumsallaştığı bir yapıdır. Batı’daki üniversite geleneği, özellikle Orta Çağ sonrasında, kilise otoritesinden sıyrılarak özgür düşüncenin geliştiği bir alana dönüşmüştür. Modern anlamda ise üniversiteler, otoriteyi sorgulayan, bilgi üreten ve toplumu dönüştüren kurumlar olmalıdır.

1980 darbesi sonrasında kurulan Yükseköğretim Kurulu (YÖK), üniversitelerin özerkliğini ciddi şekilde sınırlandıran bir yapı oluşturdu. Bugün hâlâ üniversiteler, idari olarak büyük ölçüde merkeziyetçi bir sistemle yönetiliyor. Rektör atamaları gibi kritik kararlar merkezi otorite tarafından veriliyor ve bu durum akademik bağımsızlığı zayıflatıyor.

Bazı akademisyenlerin siyasi nedenlerle görevlerinden alınması, araştırma konularının........

© dibace.net