menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Gönül Arzuladı Aladeli’yi”

17 0
tuesday

“Rüya gibi hünkar yüzlü dedeler
Kabına çekilmiş nazlar edalar
Mezat kalmış meyler kırık badeler
Yolcu halden düştü yol sarhoş oldu

Örenli’den İsmail’im gelirdi
Gelirdi de kadir kıymet bilirdi
Mahzuni kör oldu Şerif delirdi
Ala Deli’m ne acayip iş oldu”

“Kimim ben hatırlat bana” diye bir türkü var. En güzel de Musa Eroğlu söyler. “Kendimle tanıştır beni” diye devam eder türkü. “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.” derler. Evet, unuturuz, unutuluruz, unutturuluruz. Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi, niye geldiğimizi unutturur hayat gailesi, yaşam telaşesi. Unutturur ve unutur kitleler… Kayboluruz kitlenin, sürünün içinde. Unutturur bize kendimizi dışarı, dışarısı… Unutturur bize kendimizi modern zamanların renkleri, reklamları, ışıltıları, neonları…

İçimizin yittiği, derinliğin kaybolduğu, insanın en çok da kendinin taşrasına düştüğü bir çağı yaşıyoruz. Bir makine gibi… Bir makine mekanikliği… Ruhun, duygunun, duyarlığın yittiği zamanlar… Acıdan, düşten, düşünceden kaçılan steril bir dünya… Kendinin peşinde koşarken, kendini mükemmelleştirdiğini zannederken habire kendinden kaçan, kendinin uzağında, gerçekten ne olduğunu bilemeyen ve ne olduğunu bilememesi için önüne her türlü imkânın konulduğu insan. Aslında günümüzde insan için en büyük sorun insanın kendisi. Bütün her şey insanın kendini, tanımaması, kendiyle hesaplaşmaması, kusurlarını ve dahi eksikliklerini görmemesi için seferber ediliyor.

Çizgilerinin mükemmel çizildiği, içinden her tür insanî durumun kovulduğu, insanın toprakla bağının kesildiği, baharın resimlerden ve ekranlardan seyredildiği günümüzde bütün gerçekliğiyle, bütün samimiliğiyle, bütün acısıyla, bütün saflığıyla bir türkü seslenir. Bizi çağırır öze, özümüze. Yapmacıksız… Bir türkü bizi kendimize çağırır. İçe, bir iç yolculuğuna… “Kimim Ben Hatırlat Bana?” diye sorar o kocaman soruyu. Kimsin sen? Günümüzün en cevapsız sorusuna öncelerden çok öncelerden, varlığın kirlenmediği, lisanın mekanikleşmediği, insanın makineleşmediği zamanlardan ses verir türküler…

Bugünlerde her yerde dehşet bir düşüş yaşıyoruz. Televizyon ekranlarından sosyal medyaya, okullardan sokaklara kullanılan dilin tadı, tuzu kalmadı. Müzik kuru bir gürültüden ibaret. İnsanlararası ilişkiler nezaketten, insanlıktan son derece uzak. Sevginin anlamı yok. Her şey çok çabuk ulaşılır halde. Duygularda, yaşamda acayip bir obezlik söz konusu. Acayip tüketim… Günübirlik yaşıyoruz. Bizden geriye hiç bir şey kalmıyor, kalmayacak… Çok uzak zamanlarda olmasa bile düzeyli ilişkiler, anlamlı sözler, varlığa dokunan müzikler yapılırdı bizim topraklarda. Hatır, gönül vardı insanlarda. Bir değer vardı. İnsan insana değerdi. Şu an değer yok, değecek bir şey yok.

Şimdilerde boy boy sanat/edebiyat toplantısı, semineri ilanları… Yazarlık atölyesi duyuruları, kendini tanıma aktiviteleri… İddialı ama içi boş ve kof söylemler… Bütün bu cümbüş ne yazık ki Afşin’in bir........

© dibace.net