“Yanlış Batılılaşmanın” Edebi Anti-Entelektüel İzdüşümü
1894’ün sonbaharında Paris’teki Alman Askeri Ataşesinin çöp kutusunda Fransız ordusuna ait bilgiler içeren notlar bulunur. Hemen ardından Fransız ordusunda görevli olan Yahudi asıllı Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un casus olduğu dedikodusu Genel Kurmay’dan basına sızdırılır. Irkçı gazete La Libre Parole Yahudi subay Dreyfus’un casuslukla suçlandığını okuyucularına duyurur ve büyük bir infial oluşur. Elbette bu suçlamanın temelinde sağlam deliller bulunmamaktadır, Dreyfus’un Yahudi olması ve o dönemde Fransa’da yükselen anti-Semitik duygular, onu kolay bir hedef haline getirmiştir.
Bu olay hukuksal, siyasal ve sosyal boyutunun yanında başka bir hareketi de tetikleyecektir. Emile Zola’nın 13 Ocak 1898’de L’Aurore gazetesinde yayımladığı “itham ediyorum” (J’Accuse) başlıklı sert yazısı, yirminci yüzyıla damgasını vuracak bir sınıfın doğumunu müjdelemiştir adeta. Zira ertesi gün aynı gazetede farklı meslek gruplarından 1200 kişinin imzasını içeren ve Zola’nın yazısını desteklediklerini ilan eden bir bildiri yayımlanır. Bu bildiri ve onun yarattığı etki gelecek yüzyılın entelektüeller yüzyılı olacağının göstergesidir.
Dreyfus davası, “aydın” kavramının anlamını yeniden şekillendirecektir. Entelektüeller, artık sadece bilgi üreten kişiler değil, aynı zamanda toplumsal sorumluluk taşıyan ve adalet için mücadele eden bireyler olarak görülmeye başlanacaktır.
Anakronik olmayı da göze alarak bugünden geriye baktığımızda, entelektüel kavramının tarih boyunca farklı anlamlara geldiğini ve toplumdaki rolünün de doğal olarak zaman içinde değiştiğini görebiliriz. Bu değişim, pek tabii her yüzyılın kendine özgü siyasi, sosyal ve kültürel koşullarından etkilenmiştir. Antik Çağ, Orta Çağ ya da Rönesans farklı tipolojileri ön plana çıkarmıştır.
Ancak 19. ve 20. yüzyılda bu konuda dünyada ayrı bir bahis açılacaktır. İdeoloji öncesi dünya ile ideoloji sonrası dünya çok farklıdır, dolayısıyla aydın (entelektüel) kavramı ve onun algılanışı da farklı olacaktır. Günümüzde entelektüel ya da aydın, aklı ve bilgisiyle geçinen ancak icra ettiği mesleğin üstüne çıkarak yaşadığı zamanın sorunlarıyla dertlenen ve bilgisinin kendisine açtığı alanla bu sorunlar üstüne söz söyleyen ve sisteme muhalefet eden olarak tanımlanabilir. Zira bilgi artık sosyal ve kamusal bir değerdir.
Türkiye içinse durum hep netameli olmuş, Osmanlı’da aydın kavramının karşılığı olarak münevver kelimesi kullanılmıştır. Özellikle Türk sağı için aydın ve münevver kavramlarının nüanslı kullanımı manidardır. Sağcılar nezdinde münevver olumlayıcı bir anlam taşımakta ve bir anlamda “yerli ve milli” olarak değerlendirilmekteyken, aydın nitelemesi ise bir çeşit ithamdır. Seçkincilik, tepeden inmecilik, halka yabancılık gibi etiketler aydının bagajından hiç eksik olmaz. Esasen bu yaftalamaların kökeni 19. yüzyıla dayanmaktadır.
19. yüzyıl dünyada olduğu gibi Osmanlı’da da bu alanda büyük bir dönüşümü tetikleyecektir. İlk özel gazetelerin ortaya çıkması ve matbaanın artık itibar görmesi bir Osmanlı kamusunun doğuşunu da müjdelemiştir. Şinasi’nin kurduğu Tasvir-i Efkâr Osmanlı aydınlarının kamu önünde tartıştığı önemli bir mecradır. Burada Namık Kemal’e ayrı bir parantez açmak gerekir. Namık Kemal etkileme gücü, iletişim becerisi ve merak uyandıran fikirleriyle ilk kamusal aydın figürüdür denilebilir.
Bu dönem halk denilen olgunun keşfedildiği hatta yaratıldığı da bir dönemdir. Basın ve edebiyat marifetiyle halkı aydınlatmak ve onun sesini duyurmak, dahası amorf bir yapıdan homojen bir toplum yaratmak ana hedeftir. Genelde Tanzimat aydını, özelde Yeni Osmanlılar olarak adlandırılan ve Batı’daki siyasi ve sosyal gelişmeleri yakından takip eden, Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa, Ali Suavi gibi isimlerin başını çektiği ekip, Osmanlı İmparatorluğu’nun da Batı gibi modern bir devlet haline gelmesi gerektiğini savunmuşlardır. Tanzimat Dönemi, Batı kurumlarının taklit edilerek İmparatorluğun çöküşünü durdurabilme esasına dayanıyordu. Bu amaçla çeşitli alanlarda pragmatik nitelikte reformlar yapılmıştı. Ancak hemen vurgulayalım bu çaba kültürel bir kamunun da doğuşunu hızlandırmıştı.
Bu artan basın yayın faaliyetinin ve ortaya çıkan okuryazar kamunun, dönemin dünyada popüler medyası olan edebiyata da bir yansımasının olması kaçınılmazdı tabii. Bu dönemde Ahmet Mithat Efendi önde gelen yayıncılardan biri olarak sivrilecek, telif ve çeviri olmak üzere yüzü aşkın eserde imzası olacaktır. Ahmet Mithat Efendi, edebiyatçılığının dışında, tarihçi, öğretmen, müteşebbis, matbaacı, gazeteci, aynı zamanda gazete sahibi ve devlet memuru kimlikleriyle geç kalmış bir Rönesans aydınını andırmaktadır adeta. Ancak dönemin ruhunu da yakından takip etmekte, siyasi bir angajmana girmekten de kaçınmaktadır. O sadece okuyucusunun yazarı değil, adeta tüm halkın öğretmeni olmak üzere yola çıkmış bir kalemdir.
........© Daktilo1984
visit website