menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Efkarım Birikti Sığmaz İçime

4 0
13.09.2024

Bu yazıyı yazmaya aslında çok üşeniyorum. Üstelik, 2023 seçimleri öncesi nasıl oldu da her hafta birkaç yazı yazdığımı, neredeyse her gün bir televizyon programına katıldığımı ve fırsat buldukça derneklerin, öğrenci kulüplerinin seminer davetlerine icabet ettiğimi düşünüp kendime hayret ediyorum.

Türk siyasetinin insanı tüketen, kendisine saygısını yitirmesine sebep olan bir tarafı var. Kamusal alan, fikir beyan eden kişiyi yaftalamak isteyen, onun kellesini kalabalıklar önüne atmak için pervasızca yalan söylemeye hazır cellatlarla dolu. Bu atmosferde haysiyetli bir fikir tartışması yapmak veya meramını anlatmak zor. Dert anlatma telaşı ise insana kendini kirli hissettiriyor. Bu yüzden geri durmak hatta bir şeyler söylemeye üşenmek kendiliğinden ortaya çıkan bir korunma refleksi. Dinlemeye ihtiyacımız olan bir sesi duyamayışımızın ve kamusal tartışmanın adeta futbol taraftarlarını coşturan amigolara veyahut mahalle dedikodusu yapan sevimsiz koca karılara benzeyen kamusal figürlere zimmetlenmesinin sebebi de bu zaten.

Yine de bu yazıyı yazmayı kendime görev biliyorum. Zira çok da uzak olmayan bir gelecekte, cumhurbaşkanı adayının kim olacağı sorusunu hararetli bir şekilde tartışıyor olacağız. Bu tartışma, muhalefeti muhtemelen kısır bir laf dalaşının içine sokacak ve enerjisini tüketecek. Oldukça kötümserim, çünkü geride bıraktığımız başkanlık seçimlerinden aldığı mağlubiyeti de kazandığı yerel seçimleri de analiz etmeyen, kaybedince depresif kazanınca öforik bir ruh haline bürünen bir muhalefet olduğunu gözlemliyorum maalesef. Seçmeninden gazetecisine, akademisyeninden siyasetçisine durum bu.

Biraz da kendimi anlatmak için bu yazıyı yazmak zorunda hissettim. Muhaliflerin önemli bir kısmı Mayıs ayında kaybedilen seçimlerden dolayı beni suçluyor. Bunun sebebi, 3 Mart günü Altılı Masa’dan kalkan Akşener’in üzerinde tesirim olduğuna dair inançları. Masa kurulduğu andan beri, oluşan muhalefet mimarisine eleştirel yaklaştığımı ve her fırsatta bunu dile getirdiğimi insanlar biliyor. Ve tam seçimi kazanacakları sırada benim devreye girdiğimi, Akşener’i ikna ettiğimi ve onu masadan kaldırdığımı düşünüyorlar. Böylece, kazanacakları seçimi kaybettikleri kanaatindeler.

Halbuki, Akşener’in masaya döndüğü 6 Mart tarihinden 14 Mayıs gecesi sonuçlar açıklanana kadar aynı insanlar, seçimleri kazanacakları konusunda çok eminlerdi ve benim rezil olduğumu, insan içine çıkamayacağımı söylüyorlardı. Seçimler kazanılsaydı bu söyledikleri doğru çıkacaktı ama seçimler kaybedildi. Bir sene boyunca her fırsatta, güç bölüşümü üzerinden yapılan bu muhalefet koalisyonunun eksikliklerini vurgulamış ve böyle gidilirse seçimlerin kaybedileceğini iddia etmiştim. Mamafih, seçimler kaybedilmesine rağmen yine de bu insanların gözünde temize çıkamadım. Bu sürecin bana öğrettiği en önemli şey, eğer haddinden fazla insan yanılırsa bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az insanın haklı çıkmasının pek de mümkün olmadığı.

Birçok muhalif, seçimlerin kaybedilmesinin suçunu Kılıçdaroğlu’nda ve kendisini aday yapmak için kurduğu Altılı Masa’nın sorunlu yapısında aramak yerine derin devletin Akşener’i masadan kaldırdığına ve seçimlerin bu yüzden kaybedildiğine inanıyor. Diğer bir ifadeyle, kazanılabilecek bir seçimin Kılıçdaroğlu’nun başkan olma tutkusu yüzünden kaybedildiğine inanmaktansa halihazırda kazanılmış bir seçimin Akşener’in sinsi bir plan dahilinde hareket ederek kaybedildiğini düşünüyor. Geride bıraktığımız bir sene içinde muhalefetin bütün yayın organları, gözden düşmüş siyasetçiler, gündeme gelmek isteyen yarı Twitter fenomeni yarı siyasi parti lideri tipler, Ankara’da sağda solda duyduklarını kulis bilgisi olarak halka duyuran vasat gazeteciler tamamen bu tezi işlediler.

Kısacası, başkanlık seçimi döneminde aldığım pozisyon yüzünden haklı çıkmamın imkanı yoktu. Kendimi kurtarmanın tek yolu vardı; Kılıçdaroğlu adaylığını göklerden gelen bir vahiy, kaçınılmaz bir doğa olayı gibi tevekkül ile kabul etmeli ve herkes gibi seçim gecesine kadar büyük bir coşku sergilemeliydim.

Bir de meselenin evveliyatı, yani Altılı Masa kurulmadan önceki hikayesi var. Genel itibariyle demokratik muhalefet kavramına mesafeli ve AKP’ye karşı muhalefeti daha ulusalcı bir noktadan kurmak isteyenler ise benim muhalefet gruplarının mutlaka birlikte hareket etmesi gerektiğine dair söylemlerimi eleştiriyorlar. 2019 yerel seçimlerinde alınan başarıdan sonra muhalefetin üç sütunu CHP-İYİ Parti ve HDP arasında bir koordinasyon olması gerektiğini ve seçimlere ortak bir aday ile girilmesi gerektiğini savunmuştum. Hatta bir dönem AKP’de önemli görevler yürüten ve daha sonra ayrılarak kendi partilerini kuran Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun da dışlanmaması gerektiğini, muhalif saflara katılmalarının iyi olacağını ve hitap ettikleri kitleyi muhalefetin adayına yönlendirmelerinin de büyük avantaj sağlayacağını söylemiştim.

Tüm bunları söylerken muradım, partilerin duygusal, ideolojik, sembollerle ve hamaset ile kendilerini ifade eden dilden uzak durmaları ve AKP’nin yönetim performansını teknik açıdan eleştirerek birbirleri ile çatışmadan işbirliği yapmaları idi. Bu görüşlerimden ötürü seçimlerin kaybedilmesinden sonra eleştirildim. Muhalefette birlik sağlanmış ancak seçim kazanılamamıştı. Üstelik Babacan ve Davutoğlu, muhalefete oy getirmek bir yana, Kılıçdaroğlu’nun adaylık sürecine verdikleri destek karşısında muhalefet saflarından 25 milletvekili azaltmışlardı. Bunların hepsi benim yüzümden olmuştu, çünkü muhalefetin ortak hareket etmesini istemiştim.

Burada aslında benim nasıl algılandığım pek önemli değil, ancak bu hikayede bana yönelen eleştirilerin aslında muhalefetin bundan sonra yaşayacağı krizlerle yakın bir ilişkisi var. Dikkat ederseniz bir grup, beni ittifakı bozmakla başka bir grup ise ittifakı desteklemekle suçluyor. Bu ikisi aynı anda olamaz. Yazının en başında da söyledim, başkanlık seçimine kadar o kadar çok yazı yazdım ve yayına katıldım ki kendimi yeteri kadar anlatmış olmam gerekiyordu. O halde, nasıl oluyor da hem ittifakı desteklemekle hem de ittifakı zedelemekle aynı anda suçlanıyorum?

Bu soruya verilecek cevap önemli, çünkü önümüzdeki seçim öncesi muhalefetin ortak bir adayla mı yoksa birden fazla adayla mı temsil edileceği muhakkak tartışılacak. Bu sefer sahnede büyük ihtimalle ben olmayacağım ama geçmiş dönem ile yüzleşmeyen ve bu dönemden dersler çıkarmayan muhaliflerin aynı ruh hali içinde, telaşla, pervasızca ve seslerini yükselterek birbirlerine parmak sallayacağını görmek için kahin olmak gerekmiyor.

Bu yüzden müsaade edin, öncelikle bana yöneltilen ve birbirinin zıddı gibi gözüken eleştirilerin aslında o kadar da birbirleriyle çelişmediğini söyleyeyim. Bu durum böyle, çünkü benim ortaya koyduğum görüş, sosyal medyanın yüzeysel tartışmalarından farklı olarak, tek bir koşul yerine birbirini etkileyen iki koşuldan oluşuyor. Bunlardan ilki zorunlu koşul (necessary condition) olarak tanımladığım “muhalefetin bölünmemesi ve bir arada durması”. Ne var ki bu koşul, zorunlu olmasına rağmen seçim galibiyetini bize ulaştırmak için yeterli gelmiyor (necessary but not sufficient).

İkinci koşul ise “bir araya gelen muhalefetin doğru mimari, aday, kampanya ile devam etmesi.” Yani, muhalefet partilerinin bir araya gelmesi kaçınılmaz bir şekilde Altılı Masa gibi ucube bir iktidar bölüşümü (power sharing) mekanizması üretmek zorunda değil. Ve Altılı Masa’nın bu ucube yapısına itiraz etmek de muhalefetin bölünmüş bir şekilde devam etmesini arzu etmek anlamına gelmiyor. Burası gri........

© Daktilo1984


Get it on Google Play