Kitap Yorum: Büyük Engizisyoncu, Karamazov Kardeşler, Dostoyevski
Fyodor Dostoyevski, Büyük Engizisyoncu, Karamazov Kardeşler’in içinde. Tercüme: Nihal Yalaza Taluy, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2007*
O kim? Şu abası olan, en adi kumaştan. Ayakları çıplak mı? Evet, çıplak. Şu ağır ağır yürüyen, yürürken etrafını dolu dolu süzen. Yüzlerini ezberlemek ister gibi. O kim? Şu insanların sanki büyülenmişler gibi kendisine doğru aktıkları. Yaklaşınca dizlerinin üstüne çöküverdikleri. Bakmaya korktukları, ama yine de bakışlarını ayıramadıkları, bakmaya doyamadıkları. O kim? Şu gözleri ile ışıklar saçan, merhamet bakan. O kim? Dünyanın en hüzünlü gülümsemesi gülen. Kendine her uzanan ele dokunan, çocuğundan yaşlısına, çirkininden güzeline, fakirinden zenginine, ayrım yapmadan, yüzünü ekşitmeden kutsayan. O kim? Önünde kalabalıkların yığıldığı, ama o yürüdükçe kendiliğinden açılıverdiği. Kim O, kim? Şu önüne bir ihtiyarın yaklaştığı. Kör mü o? “Bana şifa ver!” Önünde şükür secdesiyle yığılıverdiği. Gözleri açıldı mı? Açıldı! Buna şahit olanların ağlaşmaya başladığı, ve huşu ile ona doğru yerlere kapandığı. ‘Bu O! Mutlaka O!’ Şu ayaklarına bir kadının kapandığı. ‘Sen O’sun. Dirilt evladımı. Henüz yedi yaşında. Sen O’sun dimi!’ Kızın cesedini ayaklarının önüne serdikleri. ‘Küçük kuzucuğum.’ Ve kız diriliverdiği, sanki hiç ölmemiş gibi.
…
Tutuklayın onu, ve atın zindanın en karanlık hücresine!
Nasıl da korkaklar! Nasıl da acizler! Bir tanesinin bile sesi çıkmıyor, itiraz etmiyor, isyan etmiyor! Halbuki biraz önce gözleriyle görmediler mi apaçık mucizeyi? Tam bin beş yüz yıl dualarla, göz yaşlarıyla bekleşmediler mi, O’nu? O işte, O. Çıkageldi. Zavallılar.
…
Gördün değil mi? Gözlerinle gördün, bu asileri, bu nankörleri! Neden gözünde bu kadar büyüttün, neden bu kadar onlara değer verdin ki! Kendi canını feda ettin yahu! Dur bir dakika! Sen O’sun değil mi? Dur, cevap verme sakın. Neden döndün? Neden? Bu dünya hayatında söyleyeceğin son sözünü söylemedin mi? Artık yeni bir şey söyleyemezsin. Söylememelisin. Ne demiştin? ‘Sizi özgür kıldım.’ Artık yeni bir şey söylersen, o çok kıymet verdiğin özgürlüğü kısıtlamak olacak. Hakkın yok buna. O yüzden hiç bir şey söyleme, sadece sus ve dinle.
İlk önce bir menkıbe anlatacağım sana. Eminim seveceksin. Burada manastırlarda anlatılan. Yıllardır anlatılan da, her defasında dinleyenleri yine göz yaşlarına boğan. Daha önce onlarca defa dinlemiş olanları bile. Annenle alakalı. O meleklerden temiz Annen. Menkıbe ya. Annen cehenneme gider, Mikail’in rehberliğinde. Günahkarları görür ve çektikleri işkenceleri. Günahkarlar içinde bir güruhu görür ki, kaynayan bir gölün içinde çırpınıyorlar, çabalıyorlar kaçmaya ama bir türlü kaçamıyorlar. O ana kadar gördüklerinden ötürü zaten perişan o en büyük azize. Bir de Mikail demez mi, şom ağızlı, yüce melek beni affet!. ‘Bunlar Tanrı’nın unuttukları, bir daha hiç hatırlamamacasına.’ ‘Bu cezadan daha ağırı mı var?’ Ve Tanrı’nın huzuruna çıkar, o perişan halinde ağlayarak. ‘Hepsini affet, hepsini! Unuttuklarını bile.’ Öylesine yalvarır ki, Tanrı ona senin ellerin ve ayaklarındaki çivi izlerini gösterir. ‘Onun işkencecilerini nasıl affederim?’ Annen bütün azizleri, şehitleri, melekleri çağırır yanına da, onunla diz çökmelerini ve dua etmelerini ister. ‘Hepsini affet, hepsini!’ Gülümsediğini görüyorum.
Biliyor musun? Dün, o yürüdüğün meydanda tam yüz münafığı diri diri yaktırdım. Kral oradaydı, saray halkı, şövalyeler, kardinaller ve sarayın o güzel kadınları. Ve bugün kutsadığın insanlardan binlercesi. Hepsi, ama hepsi. Cayır cayır yakılan, dayanılmaz acılar içinde kıvranan, kurtulmak için kıvranan münafıkları, sanki bir oyunu izler gibi izledi hepsi, hem de keyifle. Öylesine gözleri dönmüştü ki. Hani münafıklardan birisi kaçıp kurtulsa ateşten, onu yakalayıp ateşe tekrar atarlardı. Ateşi az görselerdi, gidip odun getirirlerdi. Evet o sevgi ile baktığın ve kutsadığın insanlar.
Hiç sormuyor musun? Ben onlara bunu mu öğütledim, diye? Hayır. Asla ve kat’a. Senin ögütün o anlattığım menkıbenin özüydü. Sen onlara merhametli olmalarını öğütledin, herkesi sonsuz bir sevgi ile sevmelerini. Sen de bunu gösterdin. Seni ellerinden ve ayaklarından çivileyenlere dahi. Ne demiştin çarmıhta. ‘Babam. Affet onları. Zi̇ra onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.’
Dün o yüz münafığın yakılması emrini ben verdim. Ve daha öncesinde binlercesinin. Bundan sonra da binlercesinin vereceğim. Nasıl bu kadar acımasız olabildim? Senin mesajını anlamadığımdan mı? Değil elbette. Ben henüz on........
© Daktilo1984
