Görebilseniz eğer...*
Paulo Freire’yi okuyordum. Günlerdir ona dair edilen sözlerin ardındaydım. Açıp defterime bir yere yazıyordum her birini. Sorular da peşi peşine akın ediyordu zihnime:
Deneyimlerden elde edilen bilginin ardında olmak size neyi vaat eder, ne verir ve karşılığında sizden ne ister?
Sevmek de dostluk da gitmek de bir deneyim değil mi?
Ya iletişim kurabilmek, birbirine derinlemesine bakabilmek...
Okudukça “yeniden yaratılma”nın sırlarına yüzümü dönüyordum adeta. Deneyimleyerek yaşamak, aslında gölgesinde olduklarımızı da bize göstermiyor muydu?
Yaşamın biricikliğinin ve tek kullanımlık olduğunun ayırdına varma bilinci, iyiden iyiye yüreğinize düşünce; ağaçlara başka bakarsınız, suyun akışına, kuşların uçuşuna, karın yağışına... Diğer tüm var olanlarla bütünleşebilmenin ne anlama gelebildiğine dönerken yüzünüzü, göğün mavisine, seslerin diline bakışınız bile başkalaşır, görebilseniz eğer.
“Gölge ve ışık, mavi gökyüzü, derin ve geniş ufuk ben demektir. Onlar olmadan bırakın var olmayı, nefes bile alamam” diyordu Freire.
Peki ya siz? Siz ne olmadan varlığınızı hissedemezsiniz?
Karanlığın içinden aydınlığa doğru bakarken gördüklerimi, yazdım durdum bugüne kadar. Renkli çiçekler, desenler çizdim zaman zaman, hatırladığım sözcükleri taşıdım defter yapraklarına. Kimi zaman sustum sonra da kalktım yerimden karanlığın örtüsünü kaldırmaya. Görünen görünmeyen yanlarını görmeye çalıştım yaşamın, insanların. Seslendim onlara: Hayatı uzun sanma, ömür kısa, geçen günün telafisi yok, bugünü yaşa, yarını hazırla.........
© Cumhuriyet
