menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İç sıkıntısı

28 18
17.05.2025

Umutsuzluk ölümcül sayılabilecek bir hastalıktır. Büyük iç sıkıntıları daha çok geçmişle değil gelecekle ilişkilidir. İnsan geçen günlerden çok gelecek günlere ilişkin kaygı duyar. Geçmiş, zaman zaman albenili olarak bile görünür. Hatta bugünün huzursuzluğundan kaçmak adına eskiye sığınmak küçük hazlar verir. Gelecekten korkmak daha masum dönemlere yönlendirir bizi. Geriye tutunulacak tek dal, “bir zamanlar” deyişi kalır, kimi zaman. Smokinli, viskili, purolu adamların süzdüğü pırıltılı, görkemli, ince cigaralı kadınlar, imkânsız tesadüfler, güzel müziklerle bezeli danslar, büyük aşklar, ille de mutlu sonlar iyileştiricidir. Nitekim iç sıkıntısının dibine kadar yaşandığı Anton Çehov’un İvanov oyununda da geçmiş kutsanır:

“Ya da eskisi gibi gidip çalışma odanda, karanlıkta oturalım; bana sıkıntılarını anlat…Hani bir şarkımız vardı, ‘Çiçekler her bahar yeniden açıyor, ama mutluluk bir daha geri gelmez’ diye...”

Zavallı Anna Petrovna hastalığına rağmen kocasının onu eskisi gibi sevmesini, onun iç sıkıntısından kurtulmasını çaresizce bekler, oysa İvanov aşkın kapısını çalmış, ruhsal olarak Anna’dan uzaklaşmıştır bile.

***

Kierkegaard, “Sıkılmak bütün kötülüklerin anasıdır” der. Bizim gibi ülkelerde ise sıkıntı, toplumsallıkla ilişkilidir. Günler günleri izler, sıkılmanın içinden sıkılarak geçeriz. Sıkılma sanatının bütün incelikleri öğretilir. Hevesli öğrencilerizdir. Öğreniveririz.

Kaç yıl önce Kraucer usta yazmış: “Günümüzde hâlâ sıkılacak zamanı olup gene de sıkılmayanlar, hiç kuşkusuz sıkılmaya zamanı olmayanlar kadar sıkıcıdır.”

Bütün bunların ardından en azından sıkıcı değiliz, diye kendimizi avuturuz. Kalbimizdeki buhranı bir parçamız, organımız gibi taşırız. Boş yere........

© Cumhuriyet