Dilsel aydınlık
Dilini yalınlaştırmayan, düşüncesini, duyarlığını da yalınlığa erdiremez. Onu yaratmanın kaynağına ancak Jorge Luis Borges gibi kütüphanesini cennet sayanlar varır.
O cennetin kapısı bana Köy Enstitüsü öğrencisiyken açılmıştı. Ama ne denli çabalasam edebiyat kitaplarındaki yazıları, şiirleri sözlüklere bakmadan anlayamıyordum. O dönemin dilsel yalınlığa eren yazarlarından Nurullah Ataç’ı, Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı, Cahit Külebi’yi okurken kendimi onların yaratı ortamında duyumsuyordum.
Okumayı söktüğüm dönemde kavramların anlamını merak etmeye de başlamıştım. İçten içe soruyordum: “Neden ‘anadili’ deniyor da ‘babadili’ denmiyor?” Yanıtı kimseye sormuyor, deneyimsiz halimle bir yanıt da buluyordum:
“Babalar hep doğada, tarlasının başında çalışıyo. Suskun adamın dili olur mu” diyerek kendimi rahatlatıyordum. Oysa analar akşama dek evlerde bir araya gelip şen şakrak olaylar anlatıyor. O sırada dertlerini anlatanlar gözyaşı döküyor, gülünecek olayları anlatırken sesleri bağlara bahçelere........