menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çözüm Süreci, Demirtaş ve Zalim İyimserlik

19 17
27.11.2025

Tania Murray Li, yaşamının hatırı sayılır bir bölümünü Endonezya’nın Sulawesi adasında yerel toplulukların yaşam pratiklerini incelemeye adamış bir antropolog. Araştırmalarının birisinde, uzun süreli yoksulluktan kurtulmanın bir yolu olarak kakao üretimine yönelen Lauje topluluğunda kapitalist ilişkilerin nasıl ortaya çıktığını irdeler.[1]

Lauje topluluğunun yaşadıkları, Li’ye göre, Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm’deki iddialarını boşa çıkaracak niteliktedir. Li, Lauje topluluğunun kapitalizme ne “rıza” ne de “direniş” gösterdiğini söyler. Kimse onları kapitalist sisteme entegre olmaya zorlamamıştır. Hatta, bu ‘dağlı’ halk kimsenin umurunda bile olmamıştır. Halk kendi isteğiyle, zenginleşme ve kalkınma beklentileriyle kapitalist üretim biçimine dahil olmuştur. Li, günün sonunda ise pek çok kişinin topraklarını kaybettiğini, sınırlı iş olanakları nedeniyle işsiz kaldığını ve daha yoksul bir konuma düştüğünü belirtir.

Tania Murray Li, yıllar sonra, araştırma safhasında görüştüğü kişileri yeniden ziyaret ettiğinde, bu kişilerin hala aynı iyimserliği ve “bir gün zengin olma” umudunu taşıdıklarını görür. Onlara göre çok çalışırlarsa, şansları yaver giderse zengin olacaklardır. Suç kapitalizmde değildir; yetersizlik ve bahtsızlıktadır.

Li, Lauje halkının yaşadıklarının “zalim iyimserlik”in en iyi örneklerinden biri olduğunu söyler. Kavramın mucidi Lauren Berlant’a göre zalim iyimserlik, insanların yaşamlarını daha iyi hale getireceğine inandıkları arzulara, ideallere veya hedeflere bağlanmalarının; ancak bu bağın aslında onların daha fazla zarar görmesine, acı çekmesine, tükenmesine ya da yerinde saymasına yol açmasının adı.[2] Tanıl Bora ise Berlant’tan hareketle şöyle tanımlar zalim iyimserliği: “Sımsıkı bağlanmış olmamızdan ötürü, o [arzu] nesneler[i] bizi yaralasa, üzerimizde tahripkâr bir etki yaratsa bile, onları kaybetmek hayatın anlamını kaybetmek anlamına geleceğinden, iyimser fanteziler devreye girer. Bu iyimserlik bizi ve geleceğimizi tahrip eder. İyimserliğin tahripkârlığı çoğalttığı, süreğen kıldığı bir derece, bir düzey vardır, onun farkında olmak gerekir.”[3]

Lauren Berlant, Tania Murray Li ve Tanıl Bora’nın tanımladığı bu ruh hali, yalnızca ‘uzaklarda bir yerler’de yaşayan insanlara ya ait değil. ‘Modern Dünya’nın farklı coğrafyalarında da benzer biçimlerde karşımıza çıkıyor: örneğin günümüz Türkiye’sinde.

Bugünlerde Türkiye’deki “zalim iyimserler” grubunun önemli bir kesimini süreç karşıtı insanlar oluşturuyor. Burada, sürece dair aklında cevaplanmamış sorular bulunanları, yöntemi beğenmeyenleri ya da ‘temkinli iyimserleri’ kastetmediğimi belirtmeliyim. Benim kastım, böyle bir sürecin denenmesine bütünüyle karşı çıkanlar. 40 seneden fazladır denenmişi tekrar tekrar deneyip; denenmemişi ise tekrar tekrar denemeyerek Kürt meselesini çözeceğine inananlar. Gerçi, bir çözüm tahayyülleri olduğu da şüpheli; daha çok eskimiş yöntemlerle bir “zafer” elde edeceklerine dair bir iyimserlik hali hakim bu kesimde.

Bu grubun, son dönemdeki hedefi ise sürece dair farklı bir dil ve tutum geliştirmeye çalışan Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş. 2023 yılında aktif siyaseti bıraktığını açıklayan Demirtaş, uzun bir sessizlik dönemine girmişti. Ancak son dönemde, önce T24’te yayımladığı yazısıyla[4], ardından X üzerinden yaptığı açıklamalarla sürecin seyrine etki edebilecek önemli değerlendirmelerde bulundu. T24’teki yazısına yönelik istihza ile karışık eleştiriler gelince, önce kendisini “kar küreme makinesine” benzetti[5]; ardından Bahçeli, Erdoğan ve Öcalan’a “somut adım” çağrısında bulundu[6].

Aslında........

© Birikim