menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

New York’ta İhtiyatlı İyimserlik: Belediye Sosyalizminin Sınırları

11 1
12.11.2025

Son dönemlerde dünyada otoriter-sağ siyaset yükselişteyken, umudun kıvılcımlarının ulusal hükümetlerden çok kentlerde parlamaya başladığı sıkça dile getirilen bir yargı. Özellikle kimi büyük şehirler, hak ve özgürlükleri kısıtlayan merkezlere karşı birer aykırı şehir sığınağı olarak görülüyor. Donald Trump’ın seçilmesi sonrasında ABD’de birçok belediye yöneticisi, yerel yönetimleri “kurumsal direnç cephesi” ilan ederek Trumpçı gündeme karşı kalkan yaptı. Avrupa’da ise 2015’te İspanya’nın Barselona ve Madrid gibi kentlerinde “korkusuz şehirler” muhafazakâr merkezi hükümete meydan okuyarak mültecileri kucaklayıp özelleştirilen hizmetleri kamulaştırmaya yöneldi. Bu gelişmeler, ilerici kent yönetimlerinin küresel ölçekte nasıl umut odağı haline geldiğini gösteriyor. Hatta bir makalede vurgulandığı gibi, “Amerika’nın şehirleri ve yerel liderleri Trump yönetimine karşı direnişin ön safında yer almakla kalmayıp, gerçek demokrasiyi inşa etmek için de muazzam bir potansiyele sahip” (Baird, Huhhes, 2021). Kimi belediye başkanları (Galiçya) ise daha ileri giderek, merkezî iktidardan umudunu kesen halkın “asi şehirlerden oluşan bir ağ” kurarak dünya çapında bir hareket yaratmaları gerektiğini savundu.

Benzer bir ikilem Türkiye’de de yaşandı. 2019 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirleri muhalefet kazanırken anti-Leninist bağlamda “ikili iktidar” tartışmaları alevlendi. Yerelde CHP’li ve HDP’li belediyeler merkezi iktidara karşı alternatif bir odak olarak görülürken, özellikle Kürt illerinde bu tablo uzun sürmedi. Örneğin, 2019 seçimlerinde HDP, 65 belediyeyi kazanmıştı. Ancak 2016’dan bu yana toplam 149 belediyeye kayyım atandı. Aynı bağlamda, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Mart 2025’te tutuklandı ve görevden uzaklaştırıldı. Böylece Türkiye’de yerelde kazanılan mevziler, devletin kayyım ve hukuki baskı araçları karşısında ne denli kırılgan hale geldiğini somut biçimde gösterdi. Bu tecrübe, yerelde elde edilen politik mevzilerin merkezi ölçekte de kazanımlar elde etmeden ne denli kırılgan kalabildiğini acı şekilde gösterdi.

Kanalizasyon Sosyalistleri

Aslında “belediye sosyalizmi” kavramı yeni bir fikir değil. 20. yüzyıl başlarında Amerika Birleşik Devletleri’nde sosyalistler birçok kentte yönetime gelmiş ve kentsel yaşamı dönüştürmüştü. ABD’nin ilk “sosyalist” belediye başkanı, 1898’de Massachusetts eyaletinin Haverhill kentinde seçilen John C. Chase’di. Bunu izleyen yıllarda sosyalist harekette büyük bir yükseliş yaşandı. 1910’larda ülke genelinde yüzlerce şehirde sosyalist belediye başkanları görev yapıyordu. Özellikle Milwaukee, Wisconsin, “kanalizasyon sosyalistleri” adıyla anılan belediye sosyalistlerinin başarı simgesi haline geldi. Milwaukee’de Sosyalist Parti kökenli Emil Seidel, 1910’da belediye başkanı seçilerek orayı ülkenin “ilk solcu şehri” yaptı.

Seidel ve yoldaşları sanayileşmenin yarattığı tahribatı onarmak için kolları sıvadı. Yolsuzluk ve kayırmacılığı bitirdiler, mahallelere kanalizasyon ve temiz su sistemi kurdular, elektrik, toplu taşıma ve parklar gibi kentsel hizmetleri belediyeleştirip geliştirdiler. Bu “belediye sosyalistleri”, komşu kentlerde alışılmış kronik rüşvet düzenine karşın Milwaukee’de dürüst ve verimli bir yönetimin mümkün olabileceğini ispatladı. Nitekim Milwaukee’nin yönetimi kısa sürede “ülkenin en iyisi” olarak anılır oldu. Sosyalist Belediye Başkanı Daniel Hoan’ın 1916’dan 1940’a dek aralıksız 24 yıl görevde kalması, Milwaukee’yi “belediye sosyalizmi” modelinin örnek kenti haline getirdi. Yalnız Milwaukee değil, Bridgeport, Connecticut (belediye başkanı Jasper McLevy, 1933-1957) ve Reading, Pensilvanya (belediye başkanı J. Henry Stump, farklı dönemlerde 1927-1947) gibi kentlerde de sosyalistler uzun yıllar yönetimde kalarak geniş halk desteği kazandı. Bu dönemi kimi şehirciler, ABD tarihinde “Belediye sosyalizmi çağı” olarak tanımladı.

Ne var ki ikinci paylaşım savaşı sonrasına gelindiğinde Amerikan siyasetinde sosyalist hareket geriledi. Soğuk Savaş’ın başlamasıyla yükselen antikomünizm rüzgârı ve Demokrat Parti’nin New Deal (Yeni Mutabakat) politikalarıyla işçi sınıfının desteğini büyük ölçüde soğurması, bağımsız sosyalist siyasetin alanını daralttı. Milwaukee’nin efsanevi sosyalist belediye başkanı Frank P. Zeidler 1948-1960 arasında görev yaptıktan sonra emekliye ayrıldığında, büyük kentlerde sosyalist belediye başkanları dönemi de sona ermiş oldu. Zeidler’in 1960’ta görevden ayrılmasıyla, yaklaşık altmış yıl boyunca hiçbir büyük Amerikan kentinde açıkça “sosyalist” kimlikli bir belediye başkanı görülmedi.

Bernie Sanders ve Belediye Sosyalizminin İkinci Baharı

ABD’de yerelde sosyalizm tartışmalarının yeniden doğuşu, 1980’lerin başında küçük bir kentte gerçekleşti. 1981’de Bernie Sanders, Vermont eyaletinin 40 bin nüfuslu kenti Burlington’da bağımsız sosyalist aday olarak belediye başkanlığını kazandı. Sanders böylece New England bölgesinde 1950’lerden bu yana ilk “sosyalist” iddialı belediye başkanı oldu (ondan önce bölgede bu unvanı taşıyan son kişi, 1940’larda Bridgeport’ta görev yapan Jasper McLevy’di). Bernie Sanders’ın zaferi, yalnızca on oy farkla kazanılan sürpriz bir galibiyetti. Fakat Sanders kısa sürede “marjinal bir kaza” olmadığını kanıtladı. O, mütevazı bir sanayi kenti olan Burlington’da vergide adalet, toplumsal hizmetlerin genişletilmesi, şehir planlamasında halk katılımı gibi konuları cesurca gündeme taşıdı. Muhalif şehir meclisiyle defalarca karşı karşıya gelse de, yoksul mahalleleri örgütleyerek belediye meclisinde kendi tabanından üyelerin seçilmesini sağladı ve zamanla yönetimde uyumlu bir koalisyon kurmayı başardı. Sanders liderliğindeki Burlington Belediyesi; kooperatif konut projeleri, işçi haklarını gözeten bir istihdam politikası, gençlere, yaşlılara ve evsizlere yönelik sosyal programlar gibi adımlarla kenti “daha insancıl ve yaşanır” hale getirdi. 1987 yılında U.S. News & World Report dergisi Bernie Sanders’ı Amerika’nın en başarılı 20 belediye başkanından biri olarak gösterdi (kendisi o listeye giren tek “sosyalist” idi). Burlington deneyimi, uzun bir aradan sonra “legal-demokratik sosyalizm”in yerel yönetimde somut sonuçlar verebileceğini göstererek birçok sol adaya ilham verdi.

1980’lerin sonunda Bernie Sanders artık ulusal bir figür haline gelirken, ülke genelinde de yerel düzeyde ufak da olsa bir sol kıpırdanma başlamıştı. Örneğin 1979-1986 arasında Berkeley, Kaliforniya’nın belediye başkanlığını yapan Gus Newport, Sanders gibi kendini sosyalist olarak tanımlayan bir siyasetçiydi ve kenti daha katılımcı, toplum yanlısı politikalarla yönetmişti (Newport ileride ABD Demokratik Sosyalistler organizasyonunun onur üyesi olacaktı). Yine Burlington’da Sanders sonrasında kurulan Vermont İlerici Partisi gibi oluşumlar, yerel seçimlerde başarı kazandı ve Peter Clavelle gibi ilerici belediye başkanlarını çıkardı. Ancak tüm bu örnekler genellikle küçük-orta ölçekli kentlerle sınırlı kalmış, büyük şehirlerde “sosyalist” bir belediye başkanı olasılığı halen uzak görülmüştü. Bu durum, Bernie Sanders’ın 2016 ve 2020’deki ABD başkanlık yarışlarında ulusal çapta büyük destek toplayıp popülerleşmesiyle değişmeye başladı. Sanders’ın kampanyaları genç kuşaklara sol düşüncenin tabu olmadığı mesajını verdi ve Amerika’da Demokratik Sosyalistler (DSA) gibi sol hareketleri kitleselleştirdi. Bunun doğal bir yansıması olarak 2010’lar ve 2020’lerde sayısız DSA üyesi veya bağımsız sosyalist eğilimli aday, şehir meclislerine, okul kurullarına ve eyalet meclislerine seçildi. Jacobin dergisinin verilerine göre 2024 itibariyle ABD genelinde DSA bağlantılı 200 kadar seçilmiş kamu görevlisinin yaklaşık yarısı şehir meclislerinde görev yapıyordu ve aralarından 7 kişi bizzat belediye başkanıydı. Yani “sosyalist” yerel yöneticiler, bir asır önceki kadar yaygın olmasa da artık Amerikan siyasetinde yeniden varlık gösteriyordu.

ABD’nin Amed’i: Jackson

Bu yeni dalganın en dikkat çekici örneklerinden biri, ABD’nin güneyindeki yoksul bir eyalet olan Mississippi’nin başkenti Jackson oldu. 2013’te Jackson’ın belediye başkanlığına seçilen Chokwe Lumumba, siyah özgürlük mücadelesinden gelen radikal bir sosyalistti. Lumumba, “Halk İçin Yeni Toplum” vizyonuyla belediyeciliği salt hizmet sunmanın ötesine taşıyıp kentte ekonomik demokrasi ve öz-yönetim tohumu ekmeye çalıştı. Ne yazık ki Chokwe Lumumba görevde bir yıl bile dolmadan kalp kriziyle vefat etti. Fakat onun mirasını oğlu Chokwe Antar Lumumba devraldı. Genç Lumumba, Trump’ın iktidara geldiği 2017 yılında Jackson’a oy gibi ezici bir destekle belediye başkanı seçildi. Seçilir seçilmez verdiği mesaj,........

© Birikim