menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İmamoğlu Krizi Sonrası Kürt Barışı

20 0
03.04.2025

Tarih tekerrür mü ediyor? Yeni bir Gezi’yle mi karşı karşıyayız? Gezi olaylarında yapılan hatalar tekrar mı ediyor? İmamoğlu’nun tutuklanması ve sonrasında sokağa taşan çoklu itirazlar hem zamanlama hem de barış süreci ve seçim dönemi arasında ilişki kurması anlamında Gezi olaylarıyla benzerlikler taşıyor. Kürt barışına yönelik süreç devam ederken hükümete yönelik çoklu itirazlar bir demokratikleşme dinamiğine dönüşerek barış sürecini destekleyebilir. Buna karşın, barış sürecini çökertecek yolların taşlarını da döşeyebilir. Sadece ana-akım Kürt siyaseti değil, Cumhur İttifakı da ana-muhalefet partisi CHP de büyük bir meydan okumayla karşı karşıya.

Yeni barış sürecine ilişkin kamuoyunda yaygın bir iyimserlik yok. Bununla birlikte Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı ve PKK’nin olumlu yanıtı sonrasında önemli bir farklılık oluştu ve özellikle Kürt sokağında iyimserlik dikkate değer düzeyde arttı. Ancak bu iyimser hava son iki haftada önemli oranda dağıldı. Şimdi şüpheler ve kaygılar daha fazla.

Gezi ve 2013-2015 Çözüm Süreci

2013-2015 Çözüm Süreci’nin çökmesinin en önemli dinamiklerinden biri Gezi olaylarıydı.

Bir önceki Çözüm Süreci’nin ilk aylarında, 21 Mart 2013 Diyarbakır Newroz etkinliğinde Öcalan’ın mesajı kamuoyuna duyuruldu ve Öcalan özetle son çağrıda olduğu gibi “silahın döneminin kapandığını” ilan etti. Türkiye’ye Kürt meselesini çözmeyi ve sınır-ötesi ölçekte Kürtlerle dostane ilişki kurmayı öneren Öcalan, demokratik ve sivil bir mücadele dönemine girdiklerini duyurdu.

Bununla birlikte bu çağrıdan yaklaşık iki ay sonra Mayıs ayının sonunda başlayan Gezi protestoları sonrasında Türkiye başka bir politik iklime girdi ve yaklaşık iki yıllık çabaya rağmen süreç başarısızlıkla sonuçlandı. 2013 yılında yapılanlar ve yapılmayanlar on iki yılımızı aldı götürdü; hem de ekonomik, siyasi ve sosyal alanda büyük bir yıkım bırakarak.

Gezi Parkı’nda başlayan eylemler zaman içerisinde tüm Türkiye’ye yayılarak dönemin AK Parti hükümetine yönelik çoklu itirazların aktığı ana bir protesto akımına dönüştü. Dönemin hükümeti bu itirazları duyup Çözüm Süreci’ni geniş bir demokratikleşme dinamiğine dönüştürebilirdi. Ancak böyle olmadı. 2002 yılından 2013 yılına kadar süren demokratikleşme dalgası sona erdi ve 2013 sonrasında otoriterliğe doğru kırıldı. Bu kırılma 15 Temmuz darbe girişimi ve ardından ilan edilen OHAL ile birlikte dramatik bir hal aldı. Türkiye bugün kusurlu demokrasi ile otoriter rejim arasında, bununla birlikte otoriter rejimin kıyısında bir ülkeye dönüşmüş durumda.

Bu yazının konusu değil ama 2010 Anayasa Referandumu sonrası başlayan ve günümüze kadar da süren “devlet krizinin” en önemli duraklarından birine dönüştü Gezi protestoları ve hükümet başta olmak üzere dönemin aktörlerinin verdiği tepkiler. Görünen o ki bugün de devam eden devlet krizinin nasıl bir seyir alacağı İmamoğlu krizine verilecek cevaplarla şekillenecek. Bu anlamda yeni bir kırılma dönemine girdiğimiz söylenebilir.

Kürt Barışını Siyasi Rekabet Konusu Yapabilmek

İmamoğlu’nun geniş bir çalışma ekibiyle birlikte tutuklanması sonrasında sokağa taşan çoklu itirazlar ülkeyi benzer bir kavşağa getirmiş durumda. Bu kavşaktan demokratikleşme yönünde mi yoksa tam otoriterliğe doğru mu seyir alacağımız sadece hükümet ve ortaklarının değil aynı zamanda ana-akım Kürt siyasetinin ve ana muhalefet partisi CHP’nin alacağı tutuma bağlı.

Kavşaktan hangi yöne doğru yol alacağımızı anlamaya olanak tanıyacak en önemli göstergelerden biri kanaatimce Kürt barışının ne ölçüde siyasi rekabet unsuru olacağı.

Malum, Cumhuriyet dönemi boyunca Kürt meselesinin çözümsüzlüğü siyasi alanda otoriterlik, ekonomik alanda eşitsizlik kaynağı işlevi gördü ve Türkiye’yi otoriter dünyanın bir parçası kıldı.

Geçmiş dönemlerde esas olarak Kürt çatışması Ankara’da bir siyasi rekabet unsuru oldu. Bugün milliyetçiliğin tüm renkleriyle ana-akım partilerin tamamını kesmesi bu durumun en önemli nedeni ve de sonucu. Kimi girişimler olsa da ana-akım partiler içerisinde Kürt barışına yatırım yapan aktörler konusunda Türkiye hep yoksun bir ülke olarak kaldı. Önceki süreçlerde muhalefet çoğunlukla meselesinin çözümü üzerinden değil statükonun korunması üzerinden hükümetle siyasi rekabete girdi.

Bugün soru şu: İlgili aktörler Kürt barışını siyasi alanda demokratikleşme, ekonomik alanda eşitlik, dış politikada hak ve hukuk dünyasının parçası olmak için bir kaynağa dönüştürebilecek mi?

Gösterge ise Kürt barışının ne ölçüde siyasi rekabet unsuru haline getirilebildiği.........

© Birikim