menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Aydın Afacan: Çok Uzak Bir Dünyanın Şiiri

16 39
14.01.2025

John Berger, ölmüş annesiyle geçmişe doğru bir yolculuğa çıktığı kitabı Buluştuğumuz Yerler’ de mealen şöyle der: “Bir hayat hakkında bir hikâye anlattığınızda, anlamına dokunmaya çalışırsınız. Onu tutmaya. Kaosun hücumuna karşı korumaya çabalarsınız.” Berger, kitabında hayatları, kendi hayatına dokunmuş birkaç kişinin üzerinden geçmişini, ruhu üzerinde derin izler bırakan anılarını sorgular. Hatıraları üzerinden şimdisine dokunmaya, hayatı için anlam bulmaya, o anlamı korumaya çalışır. Aydın Afacan da Everest yayınlarından çıkan son şiir kitabı “Dünya Çok Uzak” ile farklı araçlarla da olsa benzer bir şeyin peşine düşer. Aydın Afacan’ın şiirlerinin özüne içkin temel varoluşsal, mekânsal ve ontolojik soruların ipuçları, okurunu, onun da hayatını dolduran, ona anlam veren her şeye dokunmaya, cevaplar bulmaya çalıştığı şiirsel bir çabanın evrenine taşır. Şairin yaşadığımız çağın kaosuna şiirin araçlarıyla direnmeye çalıştığını, kendi anlam evrenine şiirin marifetiyle bir düzen getirmeye çalıştığını, Berger gibi o anlamı korumaya çalıştığını fark ederiz. Belki de bu çabanın bir işareti olarak kitabına verdiği isim, Afacan’ın, şiirleriyle hayatın anlamı üzerine derin bir refleksiyona giriştiğinin imasını en baştan verir. “Dünya Çok Uzak” ismi ilk başta, okura, hem fiziksel dünyanın erişilemezliğini hem de insanın evrenle olan mesafeli ilişkisini çağrıştıracaktır. Afacan’ın şiirlerini kitabının ismi üzerinden değerlendirmek, en başta metinlerinin felsefi ve şiirsel derinliğini açığa çıkarabilecek öngörüler sağlayabilir.

Dünyanın Çok Uzak Olması Metaforu ve İnsanın “Dasein” Varoluşu

Bu isim; insanın içinde yaşadığı, bir parçası olduğu dünyanın bir çeşit oksimoronik paradoksla aynı zamanda insana uzak oluşuna dair bir duyguyu işaret ettiğinde, aklımıza ilk gelen çağrışım, bu uzaklığın fiziksel bir mesafeyi değil, daha çok metafiziksel bir ayrıksılığı ifade ettiği olur. İnsan, dünya içinde yaşar, ancak onu tam anlamıyla kavrayamaz ya da onunla bütünleşemez. Heidegger’in varoluş felsefesindeki “Dasein” (orada olmak) kavramını düşündüğümüzde, insanın hem dünyada varoluşu hem de bu dünyaya yabancılaşmışlığı Afacan’ın hem kitabının isminde hem de şiirlerinde belirgin şekilde ortaya çıkar.

“avaz avaz çıktım masaldan/ pervasız/ buradayım işte dünyada, yapayalnız”

Afacan’ ın şiir dasein’ıburadayım işte dünyada “ dediğinde “dünyada-olma ” kipinde var olur. İçinden çıktım, dediği “masal” şiir öznesinin duygusal-ruhsal olarak içinde olduğu dünyası ya da hayat tasarısıdır. Dünyanın ontolojik yapısı içinde olmak. Vasat gündelikliği içinde dasein, bu varoluş tarzına sahiptir. Diğer taraftan avaz avaz çıktığı “masal” öznenin kurgu dünyası, içinde olmak istediği dünyadır. Baş başa-yalnız kaldığı, orada olduğunu bildirdiği gerçek-fenomenal dünya ise bir mecburiyet ilişkisiyle tahammül ettiği, aynı zamanda reddettiği dünyadır. Fakat zaten Dasein, suyun bir bardakta ya da giysinin bir gardıropta olması gibi, dünyanın “içinde” değildir. Burada içinde olmak, bir yeri işgal etmek anlamında yalnızca ve daha çok mekânsal bir terim değildir. “İçinde-olmak” daha çok dasein’ın varoluşunun bir oluşumunu ifade eden, varoluşsal bir çabadır. Bu yönüyle dasein dünyada "içinde" bulunmaz, dünyayla tamamen farklı bir ilişki içinde var olur. Dasein el altında değildir ama dünyada onun dışındakiler el altındadır ve el altında bulunan varlık ile dasein varlık birbirine dokunamaz, karşılaşamaz. Yalnızca dasein bir şeyle “yüzleşebilir”. Heidegger, dasein'ın özgül varlık kipi olan "dünyada-olmak" ile "dünyada" olan diğer varlıkları karakterize eden "el altında olmak" arasında temel bir karşıtlık önerir. El altında olan, gerçek-mekânsal anlamda dünyada olur ama dasein anlamda dünyada olmaz. Bu yönüyle dünyada olmak her şeyden önce dünyayı bilmektir. “buradayım işte dünyada” diyen şiir dasein’ı bu yüzleşmeden çıkmış, kendisiyle ve çağıyla hesaplaşmış biridir.

Bilgi dünyadaki ilk ilişki, en temel ilişki olarak tasarlanır; en azından felsefenin onu geleneksel olarak temsil etme şekli budur. Ancak Heidegger teorik bilginin bu ayrıcalığını reddeder. Onun için dünyada olmak, her şeyden önce çeşitli görevlere dağılmak anlamına gelir: üstlenmek, araştırmak, üretmek, tartışmak vb. Afacan’ın şiirselini temsil eden dasein’ın reddettiği şey, ilgilenmek, üstlenmek, tartışmak zorunda kaldığı dünyadır. Ondan kaçıp idealize ederek yarattığı kendi masal-kurgu dünyası, bu karşılaşmaktan usanç duyduğu dünya karşısında yenilmiş, yıkılmıştır. Yine de avaz avaz terk etmek bir isyan çığlığıdır ve içinde “pervasız” bir cüreti, isyanı barındırır. Burada, bu dünyada yalnızlık olmak belki idealize ettiği dünya için yeniden ve sahici bir mücadelenin çağrısıdır.

“bu kördüğüm, bu hançer/ batmıyor mu böyle size kalbinize?/ yalnız kelimeler kaldı elimde işte/ Zenon değilim ben, biliyorum/ ne dilimi koparıp yüzünüze tükürdüm/ ne de sizin battal kulağınız koptu!”...

Bu dizelerde şairin Zenon üzerinden telmih ettiği şeyin, ilkin Elea’lı Zenon’un kişisel hikâyesi olduğu anlaşılır. Bir rivayete göre Zenon, Tiran’a karşı gelmiş ve işkenceyle öldürülmek üzereyken, kendi dilini ısırarak koparmış ve Tiran’ın yüzüne tükürmüştür. Bir başka rivayete göre de Tiran’ın kulağını ısırıp koparmıştır. “ne dilimi koparıp yüzünüze tükürdüm/ ne de sizin battal kulağınız koptu!” dizeleri doğrudan bu tarihsel trajediyi telmihler. Şiir öznesinin Zenon olmadığını bildirmesi bir yönüyle onun trajik hikâyesinde ortaya çıkan yücelik dolu, kahramanca duruşa sahip olamadığını bildirmektir. Şairin kurgusunda “Tiran” olan ise bu düzen, bu çağ ve bu çağın düşkün tüm insanlarıdır. Bir başka açıdan bakıldığında da “burada olmaklığı”, ruhuna ağır gelen ve isyan eden şiir öznesi, bir başka felsefi paradoksun da farkındadır. “Yolun sonuna varmadan önce ortasına ulaşmış olmalısın. Sonra geriye kalanların ortasında. Ve bu sonsuza kadar devam edecek. Sonsuzluğa ulaşılamayacağı için hareket de imkânsızdır.” diyen Antik Elealı Zenon'un dile getirdiği bir paradokstur bu. Elea'lı Zenon, Parmenides doktrinini desteklemek için bir dizi paradoks oluşturur: bunlardan birincisi sonsuz bölünmeden dolayı bir noktadan bir başka noktaya erişmenin imkânsızlığı üzerindedir. İkincisi de evren birlikten oluşuyordur ve doludur, dolu olanda da hareket imkânsızdır, öyleyse hareket yanılsaması duyulardan kaynaklanır ve duyu verilerine güvenilmez. Bu paradoksların ve Zenon biyografisinin, Afacan’ın şiirseline girmesi, onun şiir üzerinden girdiği yoğun-derin tefekkürün izlerini taşır. Şiir öznesinin “Zenon değilim ben” sözüyle hem Zenon’un trajik yazgısını yüklenmeyi hem onun duyulara ve harekete duyduğu güvensizliği hem de buradaki metafiziksel fatalizmi reddettiğini düşünmek mümkün. Fakat şairin Zenon göndermesiyle oluşturduğu asıl paradoksun, varoluşsal bir ironiyi açığa çıkarmış olduğunu düşünebiliriz: İnsanın hakikati arama çabası sürekli engellerle karşılaşır ama buna rağmen bu arayıştan vazgeçilmez. Çünkü insan olabilmek, insanın ufkuna yerleştirdiği hakikate doğru bitimsiz bir yürüyüşü gerektirir ve şiir öznesinin hakikat istenci de bitmeyecektir.

Başka bir açıdan da bakıldığında kitabın ilk şiir olan “beton mukaddimesi”nde şairin, “avaz avaz çıktım masaldan” dizesiyle, hayalden kopuşu ve gerçekle yüzleşmeyi ifade ettiğini, “buradayım işte, dünyada, yapayalnız” ifadesiyle de Sartre’ci bir varoluşçuluğun “kararlı yalnızlık” temasına gönderme yaptığını görüyoruz. Jean-Paul Sartre, romanı Bulantı’da varoluşun özünün "olumsallık"ta yattığını ve insanın dünyada "çok fazla" olduğunu anlamayı başaran yalnız bir bireyin deneyimlerini anlatır. Kahramanı bazen yalnızlığının farkına varır: “Yalnız yaşıyorum, tamamen yalnız. Hiç kimseyle konuşmuyorum; Hiçbir şey almıyorum, hiçbir şey vermiyorum.” der. Kendisini kasıtlı olarak toplumundan ayıran, böylece sosyal bağlarından kurtulan kararlı bir yalnız bireydir roman kahramanı. Tıpkı “beton mukaddimesi” şiirindeki “buradayım işte, dünyada, yapayalnız” diye meydan okuyan şiir öznesi gibi. Şiirin bütününde modern dünyanın çelişkileri, ahlaki yıkımları ve insanın kendine yabancılaşması, metindeki imgelerle betimlenir. Nitekim “evlerin göz çukurları karanlık” dizesinin insanın evle (yurtla) olan bağının zayıflaması, aidiyet kaybını ima ettiğini düşünebiliriz. Martin Heidegger’in “evde olamama” anlamına da gelebilecek olan (Unheimlich) tekinsiz-yurtsuz kavramı burada yankı bulur. İnsanın dünyada kendini evinde hissetmemesi durumunu anlatan bu kavram, bireyin varoluşunun kökeninde mevcut olan yabancılık, köksüzlük hissini tarif eder. Şiirin bir başka dizesi olan “ziftten zifirden beter bu bataklık” ifadesi ise modern dünyanın kirliliğini, değersizlik bunalımını bir çıkışsızlık ve ahlaki çöküş olarak işaretliyor diyebiliriz.

Dünyanın uzaklığının yarattığı bu mesafede, Afacan’ın çok uzak bir dünyadan çağırdığı şiirleri yoluyla,........

© Birikim