Vicdanın Ekonomisi: Boykot
Tüketim, sadece bir ekonomik eylem değil aynı zamanda kişisel beğeniler, alışkanlıklar ve zorunluluklara bağlı tercihlerle şekillenen kimliğin bir parçasıdır. Kişilerin dünyaya bakışı, sorumluluk bilinci, bireysel ya da toplumsal tercihleri alım tercihlerini belirler. Bu pekâlâ ahlaki ve ideolojik duruşun ifadesi olarak düşünülebilir. Hangi markayı tercih ettiğiniz, hangi ürünü satın almayı reddettiğiniz aslında kim olduğunuzun, hangi değerlere sahip çıktığınızın da bir göstergesi. Bugün dünyada ve Türkiye’de boykotlar, genellikle insan hakları ihlalleri, çevre katliamları, sömürü düzeni ve baskıcı politikalar karşısında bir ses olarak yükseliyor. Boykot, sadece bir ürünü satın almamak değil. Boykot bireyin sessiz ama güçlü çığlığı. Özetle tüketirken de sorumluyuz.
Bu bağlamda boykot, bireylerin bilinçli tüketim hakkını kullanmasının bir yoludur. Boykot, en temel anlamıyla bir protesto biçimidir. Duygusal ya da politik sebeplerle ürün veya marka tercihlerinin değişmesi ya da tamamen satın almama iradesine dönüşmesi olarak de değerlendirebiliriz. İşte tam da bu yüzden boykot, bireyin ekonomik gücünü politik ve etik bir silaha dönüştürdüğü en etkili araçlardan biri. Reddetme hakkı da diyebiliriz. Tek tek bireylerin küçük kararları, bir araya geldiğinde dev şirketleri sarsabilir, hükümet politikalarını değiştirebilir ve hatta toplumsal dönüşümleri tetikleyebilir.
Türkiye’de son yıllarda hak arayışları, eşitlik mücadelesi ve toplumsal birlikteliği sarsan siyasal baskıya karşı duruşun sesi her gün artarak yükseliyor. Değişim isteyenler artık çoğunlukta. Ancak muhalefetin sandık odaklı çözüm önerisi de iktidarın hukuksuz ve vicdansız uygulamalarıyla anlamsızlaşmaya devam ediyor. İktidarın türlü kılıf uydurarak maharetle kullandığı hukuk sopasının yarattığı mağduriyetten hukuka başvurarak kurtulmaya çalışmak dilemmasıyla karşı karşıyayız. Bu toplum üzerinde daha büyük yılgınlık ve çaresizlik duygusu oluşturuyor ki bu da iktidarın en sevdiği korkutarak sindirme yaklaşımını besliyor. İşte bu noktada Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının; bir hukuk cambazlığıyla sadece İstanbul Üniversitesi’nin sadece o yıl için verdiği kararla iptali gençlerin geleceğe ilişkin tüm haklı kaygılarını tetikleyen bir başkaldırıya ve hak arayışına dönüştü. Bunun olabilmiş olması; yarın eğitimden ekonomiye yanlış ilikli tüm düğmeleriyle sürdürülen bu düzende çok daha kötüsünün en umulmadık anda kendi başlarına gelebileceğini gösteriyordu. Gelecek kaygısı artık bir endişe olmaktan çıkıp önlerinde tüm gerçekliğiyle dikilen ve umarak, susarak, gün kurtararak geçiştirilemeyecek bir olguya dönüştü. Değişimin sadece sandıkta değil, hayatın her alanında tutum alarak, tarafını belli ederek, dayanışarak ve sürdürülerek kazanılabileceği de somutlaştı.
Öğrenciler isyanlarını barışçıl protestolarla dile getirdiler. Dersleri boykot etmekle başladılar. Haklı protestolarında karşılarına çıkan, yüzlerine kapı kapatan, onlara şiddet uygulayanlarla işbirliğinde olan mekânları, markaları ifşa ettiler, boykot başlattılar. İktidarın ekonomideki kontrolsüz yönetimi ve yandaş sermayeyi besleyen politikaları muhalif kesimleri alternatif direniş yöntemlerine yönlendirdi. Muhalefetin normalleşme girişiminin tokadı seçme ve seçilme hakkını ortadan kaldıran, İmamoğlu’nu tutuklayacak kadar gözü dönmüş siyasi hamleleriyle kendi yüzünde patladı. O tokat “ılımlı”, orta yolcu çağrılarla yönetilemeyince bu kez sokakta polis copuna, plastik mermiye dönüşerek gençlerin bedenlerine indi. Sokak iktidara isyan ederken doğru muhalefeti de örgütlüyor. Özgür Özel gençlerin sesine, gençlerin taleplerine kulak vererek protestoları her gün bir önceki eksiklerden, hatalardan ders alan bir toparlayıcılıkla yönetme çabasında. Bu hem sürdürülebilir, sonuç alıcı ve meşru protesto hakkının güvencesi olacak hem bir lider olarak önce........
© Birgün
