Eğitim özgürlük, özgürlükse gelecektir
1980’lerin başında hükümetlerin kontrolü altında bağımsız düşünce ve eleştiri hakkına kısıtlama getiren, eğitim programlarına merkezi müdahale ile akademik özerkliği zedeleyen YÖK bugünün akademide yaşanan dekadansın işaret fişeğini ateşlemişti. Üniversitelerin daha verimli bir şekilde yönetilmesi ve eğitimde kaliteyi artırma gibi safsatalarla pazarlanan bu kurumun asıl amacı hükümetin ideolojik çizgisine uygun eğitim vermek ve toplumu belirli bir düşünce yapısına yönlendirerek kontrol etmekti. 80’ler ülkemiz tarihinin siyasi olarak gergin ve kutuplaşmış karanlık dönemlerinden sadece biriydi. YÖK bir anlamda, hükümetin baskı ve denetim aracı haline gelmişti. Zamanla eğitimdeki bağımsızlığı sınırlayan, öğretim üyelerinin özgürlük alanlarını daraltan bu yapı akademisyenleri, birikimli ve toplumda etkili isimleri açıkça hedef alan bir mekanizmaya dönüştü ve eğitim sistemine dair büyük bir dönüşümün başlangıcı oldu. Bu yapının açtığı yolda kararlı ve sert adımlarla ilerleyen gerici hükümetlerin palazlandıkça sahiplendiği, yerleştirdiği kadrolarla eriştiği fütursuzluk, değişen rejimle birlikte karşı devrimin önemli araçlarından birine dönüştü. Seçilen rektörlerin yerini neredeyse tamamı İlahiyat Fakültesi mensubu atanmışlar aldı. Dünya sıralamasında yer alan ODTÜ, BOÜ, Mülkiye gibi öne çıkan simge eğitim kurumları üzerinde baskı daha da belirginleşti.
90’larda İstanbul Üniversitesinde okuduğum yıllarda eğitimin vasatlaşmasından ben de nasibimi aldım. Edebiyat fakültesinde hevesle okumak için seçtiğim bölümde düşünce temelli, ufuk açıcı ve geliştirici bir nefes peşindeydim. 4 yıllık eğitim hayatımı tek sesli eğitim anlayışını ve ironisi tanımında saklı “zorunlu seçmeli ders” yönlendirmesini sorgulayarak ve kendimce savaşarak tamamladım. Bitirme için sorunlu olan tezimin konusunu da kendim belirleyemediğimde duyduğum hayal kırıklığı ile mezun olmayı da reddettim. Tüm ön hazırlığını tamamladığım o tezi iki yıl boyunca teslim etmedim. YÖK’ü protesto ederek üniversiteden ayrılan ve arkadaşlarının 1402 Sayılı Yasa’yla bir bir üniversiteden uzaklaştırılmasını hüzün ve acıyla izleyen annem Prof. Dr. Füsun Akatlı’nın, o diplomayı hak ettiğimi ve geleceğim için belirleyici olacağını söyleyerek çok yönlü ve farklı örneklerle beni yönlendirmesi sonucu iki yıl gecikmeli olarak, o tezi istemeyerek de olsa vererek mezun oldum. Bunu neden anlatıyorum derseniz; doğrusu üniversite eğitiminin müfredat ve bilgi dışında öğrencinin kimliğini de belirleyici önemli bir deneyim olması gerektiğini düşündüğüm için diyeceğim. Bazen tek bir hocanın; kimliğiyle, insanlığıyla 4 yıllık eğitimden çok fazlasını öğrencisine verdiği özgür bir akademik ortamdır üniversite. Yoksa hele benim gibi sosyal bilim mezunu olan için kitap okumak fazlasıyla yeterli olurdu değil mi? Eğitim, sadece bireyi değil, toplumu da dönüştürür. Toplumda adaletin, eşitliğin sağlanması, vicdanın korunması ancak özgür düşüncenin hâkim olduğu muhakemenin dogmaların önüne........
© Birgün
