Yargı ölmüş daha neyi konuşuyoruz?
Günlük olayların hızla gelişimi, verilen demeçler, yapılan açıklamalar, operasyonlar, gözaltılar, tutuklamalar, bunların siyasete ve anlık olarak sokağa yansımaları, çok
"civcivli" manşetlere malzeme sağlıyor.
Gerek yazılı basında, gerekse TV - Radyo - İnternet benzeri dijital mecralarda bizim "gazeteci milletinin" arayıp da bulamadığı kadar heyecanlı ve tabii deyim yerindeyse mesleki anlamda "ağız sulandırıcı" ürünler önümüze düşüyor. Çok şükür, manşet sıkıntısı çekmiyoruz. Bir günde kimi zaman 4 ya da 5 tane manşetlik konu toplantı masalarında tartışılıyor.
TV yayıncıları yazılı basına göre daha şanslı. Sabahtan akşama kadar yepyeni birden fazla konu "Son Dakika!.. Flaş Haber!.." KJ’leriyle ekranda bangır bangır dönüyor.
Kamuoyu da, heyecan dozu bu kadar yüksek bir gündem trafiği ile oyalanıyor.
Siyasetçiler, her gün (durdukları yere göre) memleketin "Şöyle iyiye gittiğini" ya da muhalefet safından baktığında "Memleketin şöyle battığını" söyleyip taraftarlarına gaz vermeyi sürdürüyorlar.
Ama bütün bu "harala gürele" içinde, bir şeyi atlıyor gibiyiz.
O da, bu gelişmelerin çok ötesinde, yani "kim ne yaparsa ne olur, yarın şöyle olursa ne olur?" gibi soruların çok üzerinde, vahim bir sorunla karşı karşıya bulunduğumuz gerçeği...
İş dönüp dolaşıp, yaşadığımız pek çok siyasi gelişmenin kaynağının ya da "çözümsüzlük nedeninin" yargı aygıtı olmasına dayanmakta.
Düşünsenize, sadece son bir iki haftanın gelişmelerine baktığımızda, çeşitli seviyede mahkemelerin aldıkları (almadıkları, alamadıkları, kabul ettikleri, reddettikleri) kararlarla siyasete yön verdiklerine tanık oluyoruz. Örneğin CHP’yi ilgilendiren malûm "kurultay - kongre - kayyım - mutlak butlan" soruşturma ve davalarıyla ilgili olarak çok sayıda mahkemenin dahil olduğu bir "gel -........© Birgün
