menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

44. İstanbul Film Festivali’nde kesişen hayatlar

12 1
27.04.2025

İstanbul Film Festivali’nde beni heyecanlandıran filmlerin sayısı fazla değildi. Ödüllere gelince, katıldığımı söyleyemem. Aynı filmlerin farklı jüriler tarafından değerlendirilmesinde sonuçların farklı çıkması olağandır. Bu nedenle, ben kendi tercihlerimi belirtmekle yetineceğim. Bu yıl 7 yabancı, 8 yerli filmin yer aldığı Altın Lale seçkisinde Büyük ödül Macar yönetmen Balint Szimler’in ilk filmi “Ders Olsun”a gitti. Macar Sineması büyük bir gelenek; genç ustalar da bu geleneğin izini sürüyor. Haksızlıklara tepki duyan, ülkesindeki eğitim sistemine eleştirel yaklaşan bir öğretmenin, sisteme uyum sağlamakta zorluk çeken bir öğrenci ile kurduğu dostluğu anlatan Szimler’in düzgün ama tazelik içermeyen filmi aynı zamanda FIPRESCI ödülünün de sahibi oldu.

Yarışmanın bence en iyisi, Pelin Esmer’in ustalık eseri “O da Bir Şey mi” idi. Shekhar Kapur başkanlığındaki Jüri, bu filme En İyi Senaryo ödülü vermekle yetindi. Oysa gerek yönetim, gerekse diğer sinematografik ögeler, görüntü yönetimi, müzik, tasarım ve takım oyunculuğu ile sıra dışı bir bütünlüğe ulaşıyordu film. Anlatılan, bizim hayatlarımızdı. Başkalarının yaşamlarıyla kesişen, zenginleşen, anlam kazanan hayatlarımız… Ege’nin bir ilçesinde, Söke’de bir otelde çalışan yoksul ama iç dünyası zengin bir kız, aralarında bir işkence mağduru, hayatın sillesini yemiş dürüst kasaba avukatı, bir zamanlar otelin altındaki görkemli Efes Sinemasında sahne almış yıldız eskisinin de bulunduğu, hayata bakışlarında sinisizmin ağır bastığı taşra aydınları, İstanbul’dan kalkıp ilçenin film festivaline konuk gelen usta bir yönetmen, Cihangir’de yaşayan annesi, bir anda karşısına çıkan ve filminin kahramanı oluveren yoksul bir çocuk, resimlerde, aile filmlerinde kalmış bir babanın bıraktığı izler… Ve daha niceleri, hepsini saymaya kalksam yerim yetmez…

Pelin Esmer klasik bir kent-taşra çatışmasının çok ötesine geçerek, insanların yaşam çizgilerindeki kesişmeler üzerine kuruyor filmi. Yaşam çizgileri deyince avucumuzun içindeki çizgileri anımsadınız değil mi? Peki, kaderci bir film mi bu? Hayatımızdaki bir travmanın hayatımızın yönünü nasıl değiştirebildiğini biliyoruz. Esmer, insanların davranışlarının, önyargılarının hayatları karartabileceğini anlatırken bir yazgıdan söz etmiyor. Tam tersine… Bireyin kararlarının geleceğini yönlendirdiğini söylüyor. Kahramanımızı, tanışmadığı ama filmlerini hayranlıkla izlediği yönetmene gönderdiği sesli mesajlarla tanımaya başlıyoruz. Bu mesajlar yönetmeni etkiliyor ister istemez ve tanışıyorlar… Sonrasını anlatmayayım, ama Pelin Esmer bizi rahatlatmak yerine düşünmeye yöneltiyor. Başkalarının hayatları üzerinde belirleyici olmaya hakkımız var mı? Kieslowski duyarlığı taşıyan, roman tadındaki bu film Pelin Esmer’in en olgun yapıtı hiç kuşkusuz. NBC sinemasının mesafeli bakışına prim vermiyor Esmer. Seyircinin kahramanları ile birlikte nefes alıp vermesini, onlarla birlikte bu dar çevredeki ilişkileri ve hiç kuşkusuz kendi ilişkilerini sorgulamasını istiyor. Aile içi şiddet, adalet, aşk ve yaratıcılık kavramları üstüne düşündürürken, korkuları, yalanları, hayalleri ve pişmanlıklarıyla yüzleştiriyor seyircisini.

Yarışmada En İyi Yönetmen ödülünü kazanan Gürcan Keltek’in görüntü yönetimi,........

© Birgün