David Lynch’e veda, sinemaya merhaba
David Lynch’in sineması, izleyiciyi her zaman derin bir duygu ve düşünce evrenine davet eder. Onun filmleri, sadece görsel bir şölen değil, aynı zamanda ruhun ve zihnin labirentlerinde dolaşma fırsatı sunar. Geçen aylarda kaybettiğimiz bu efsanevi yönetmeni anmak, benim için özel bir anlam taşıyor. Bu yazıyı kaleme alma sebebim de tam olarak bu: Lynch’in bize bıraktığı mirası bir kez daha hatırlamak ve onun sinemasıyla henüz tanışmamış olanlara küçük bir kapı aralamak. Ancak şunu da belirtmeliyim ki bu yazı, Lynch’in tüm kariyerini detaylı bir şekilde ele alan kapsamlı bir inceleme değil. Daha çok, onun ruhunu ve sinemasının büyüsünü hissetmeye davet eden bir başlangıç niteliğinde… Bu düşüncelerle, geçen Oscar töreni gecesinde Isabella Rossellini’nin David Lynch’e olan saygı duruşu beni derinden etkiledi. Rossellini, Lynch’in 1986 yapımı Blue Velvet filmindeki unutulmaz rolüne atıfta bulunarak, mavi kadifeden bir Dolce & Gabbana elbise giyip kırmızı halıda adeta bir rüyayı canlandırdı. Yanında, filmdeki rol arkadaşı Laura Dern de vardı. Rossellini, annesi Ingrid Bergman’ın 1979 Akademi Ödülleri’nde taktığı zarif küpeleri de takarak, hem Lynch’e hem de annesine duygusal bir selam gönderdi. Bu an, Lynch’in ruhunun hâlâ aramızda olduğunu hissettiren bir andı.
David Lynch sinemasında suç, sadece yasa dışı eylemlerle sınırlı değildir; bilinçaltına kazınmış, karmaşık ve rahatsız edici bir meseledir. Onun filmlerinde suç, suçluların kâbuslarıyla iç içedir ve aslında kimse tam anlamıyla masum değildir. Lynch, suçu uzak bir tehdit gibi sunmaz; onu doğrudan aile kurumunun içine yerleştirir. Amerikan banliyölerinin kusursuz görünen düzeni, onun sinemasında büyük bir illüzyondur. Yüzeyin altını kazıdığında, bastırılmış karanlık arzular, çürümüşlük ve görmezden gelinen trajediler açığa çıkar. Blue Velvet tam da bu yüzden kült bir filmdir. Amerikan banliyölerinin yüzeydeki masumiyetinin altında yatan karanlığı gözler önüne serer. Gerilim, neo-noir ve psikolojik korku unsurlarını bir araya getiren film, Lynch’in kendine özgü sinematik diliyle izleyiciyi hipnotize eden bir dünyaya çeker. Ancak Blue Velvet sadece bir suç hikâyesi değil, aynı zamanda bilinçaltının ve toplumun bastırılmış dürtülerinin Lynch usulü bir dışavurumudur. Jeffrey’nin Dorothy ve Frank ile olan ilişkisi, onun kendi karanlık tarafıyla yüzleşmesine neden olur. Masumiyetten sapkınlığa, şefkatten şiddete savrulan karakterler, insan psikolojisinin çok katmanlı yapısını gözler önüne serer. Varoluşçu bir perspektiften baktığımızda, Jeffrey’nin kendini olayların içine sürüklemesi ve kararlarının sonuçlarıyla yüzleşmesi, özgür irade ve varoluşun anlamı gibi felsefi kavramlarla örtüşür. Güvenli dünyasını bilerek terk eder, kaosa adım atar ve varoluşunu yeniden tanımlamak zorunda kalır. Lynch’in filmografisinde önemli bir dönüm noktası olan bu film, modern sinema tarihinin en etkileyici ve çok katmanlı yapımlarından biridir. Hem sinema sanatı açısından hem de psikolojik........
© Birgün
