Hafıza
‘Hafıza’nın kendi başına bir araştırma konusu olması, esas olarak modern zamanlara özgüdür. Aydınlanma fikriyatının beslediği siyasi ve kültürel pek çok başka alanda olduğu gibi geçmiş de özel bir politik-akademik ilgi konusu olmuştur. İmparatorlukların yerini alan ulus devletler kendi arşivlerini oluşturmaya ve kendi ulusal tarihlerini yazmaya bu süreçte yönelmişlerdir. Esasen ‘Düşünce Tarihi’ de dahil olmak, üzere bütün tarih yazımı da bu dönemin ürünüdür.
Bugün dünyada akademik kurum-ortamlarda resmi müfredata ve genel kabule konu olan pek çok tespit, bu tarih yazımıyla ilgilidir ve ‘aydınlanmacı’ insanın bakışını yansıtır. ‘Karanlık ortaçağ’ ve/veya ‘düşüncenin bir parlak dönemi olarak kabul edilen ‘Rönesans’ kabulleri bunun örneklerdir. Sonraları dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde yazılan ‘ulus tarihleri’ de bu geleneğin parçasıdır ve birbirine benzer şekilde ulusların kahramanlıklarını anlatır, durur.
Peki, sahici tarih böyle midir? Elbette hayır. Adına ‘karanlık çağ’ denilen sürecin yüzyıllarca sürmesi, her şeyden önce topluluk yaşamının doğasına aykırıdır. Aynı şekilde sürekli zaferlere konu edilen ulusal kahramanlıkların da genellikle öteki yüzü vardır. O görünmez yüzde büyük kıyımlar ve toplumsal gözyaşları bulunur. Ama resmi hafıza, öteki yüzün görünmediği şekilde kurulmuştur. Böyle olunca her yerde ‘öteki’ hafıza yok edilmiş ya da yok........
© Birgün
