menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Cumhuriyetin ‘metal yorgunluk’ öyküleri: İnönü’nün ‘yıllık izni’

32 45
18.09.2024

Yakın dönemde bazı AKP’li Belediye Başkanlarının görevlerini bırakmak zorunda kaldıkları ‘metal yorgunluk’ vakasına benzer biçimde, Cumhuriyetin de deneyimleri vardı. Onlardan biri 87 yıl önce, bugün gerçekleşmişti. Yeni rejimin ikinci adamı ve başbakan İsmet İnönü, ‘yıllık izne’ ayrılmış, yani görevini bırakmıştı. Gerekçeler de benzerdi: ‘yorgunluk ve istirahat ihtiyacı’! 20 Eylül 1937 tarihli Anadolu Ajansı tebliğine göre “Başvekil Malatya Mebusu İsmet İnönü’ne talep ve ricası üzerine, reisicumhur Atatürk tarafından bir buçuk ay mezuniyet verilmişti.” Yerine atanan Celal Bayar’a gönderilen Atatürk imzalı tebliğde de: “Başvekil İsmet İnönü şiddetli süren teessür neticesi olarak mutlak istirahat şeklinde mezuniyete ihtiyaç hissetmekte olduğundan bahisle, tedavisini bitirebilmek üzere bir buçuk ay müddetle mezuniyet istediği” yazılmıştı. Karara bir de resmi bir açıklama eklenmişti: “Tebeddül, hiçbir fikir ihtilafından doğmamıştır. Atatürk ile İnönü arasındaki arkadaşlık ve sevgi her vakit ki kadar derin ve samimidir.”

Karar türlü tartışmalara yol açmıştı. TAN Gazetesi başyazarı A. Emin Yalman “mezuniyetin tarzı alışılmış şekillere uygun olmadığı için, değişikliğin, ecnebi propagandasına geniş bir faaliyet alanı verdiğini, işin içinde işler var gibi gösterip meseleyi büyüttüğünü, her köşeden akla hayale gelmez rivayetler fışkırdığını” yazmıştı. Çünkü İnönü, görevinden ayrılmayı gerektirecek şekilde hasta olmadığı gibi, devam eden bir tedavisi de yoktu. Yıllar sonra oğlu Erdal İnönü anılarında, resmi açıklama ile gerçek durumun aynı olmadığını “tabii biraz zaman geçince durum anlaşıldı” diye ifade etmişti.

Atatürk, cumhurbaşkanı olduktan ölümüne kadar, dokuz kez hükümet kurma görevi vermiş ve bunların yedisinde İsmet İnönü’yü tercih etmişti. Ama Atatürk ve çevresindeki kişilerle İnönü arasında zaman zaman gerilimler olduğu biliniyordu. Bu gerilim Atatürk’ün çevresindeki kişilerle İnönü arasında çok daha net şekilde izlenebiliyordu. İsmet İnönü de bu durumu, “36 senesi ve 37 başı, olayların gittikçe birikerek yorgunluk ve gerginliğin artmış olması devridir. Türlü meselelerden Atatürk’le aramızda münakaşa çıkmıştır’ diye ifade etmişti.

Atatürk, 19 Eylül 1937’de trenle Ankara’dan İstanbul’a gelirken Başbakan İnönü ile özel olarak görüşmüş ve görevini bırakmasını istemişti. Görünür gerekçesi de şimdi yaygın olarak bilinen ‘metal yorgunluk’ gibiydi. Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün İnönü ile görüşmesini, kendisine birebir söylediğini aktarmıştı:

“İnönü ile yalnız kalınca; Ee, şimdi ne yapacağız diye söze başladım; iki eliyle yüzünü kapadı, heyecanlanmıştı. Teskine çalıştım; ‘sakin ol da meseleyi sükunetle konuşup halledelim’ dedim ve şöyle devam ettim: ‘Görüyorum ki sen çok yorgun ve hatta hastasın, uzun zaman istirahate ihtiyacın var; bu itibarla mesai arkadaşlığımıza bir müddet ara vermemiz muvafık olacaktır... Şimdi karar verelim, yerine kimi tavsiye edersin?’ diye sordum. Bu sualime, ‘sen kime emreder ve zahir olursan o muvafak olur’ cevabını verdi. Tekrar sordum, Celal Bey muvafık mıdır? Bunu da aynı şekilde cevaplandırdı. Fakat arkasından ‘Anayasaya göre yeni hükümetin bir hafta zarfında Büyük Millet Meclisinde programını okuyup, itimat istemesi lazım geldiğini, halbuki meclisin daha yeni dağıldığını, ikinci bir olağanüstü toplantının içeride ve dışarıda türlü tefsirlere yol açabileceğini, binanaleyh bu mühim noktanın da göz önüne alınması gerektiğini’ ileri sürdü. Ben de öyle biliyordum... ‘O halde sen, meclis açılıncaya kadar resmi bir mezuniyet alırsın, Celal bey şimdilik vekalet eder, meclis açıldıktan sonra da icabı yapılır’ dedim. Bunda mutabık kaldık... Ayağa kalktı, yorgun ve uykusuz olduğundan bahsederek sofrada bulunamayacağını söyledi. Ve müsaade alıp ayrıldı. İşte şimdilik vaziyet budur. Yalnız kafam bir noktaya takıldı; acaba anayasadaki hüküm bizim bildiğimiz gibi midir, ne dersin?”

Bu yolculuğu Şevket Süreyya Aydemir de yazmıştı. 19 Eylül 1937’de Atatürk, Ankara’dan özel trenle İstanbul’a hareket etmişti. Bir gün sonra II. Türk Tarih Kongresi Dolmabahçe’de yapılacaktı. Hareketten bir süre sonra Atatürk, yanındakilere, “Bizi........

© Birgün


Get it on Google Play