Suriye’de yaşanan neydi?
Suriye 8 Aralık’ta hızlı ve beklenmedik bir rejim değişikliği yaşadı. Oysa ülkede son birkaç yıldır büyük ölçekli çatışma olmuyordu. Belli ki Türkiye’nin himayesindeki HTŞ, İdlib’de giderek güçlendirilmiş ve sonuçta, koşullar uygun hale geldiğinde ya da getirildiğinde önü açılmıştı.
Suriye’deki Beşar Esad rejiminin devrilmesi küresel siyasetin gidişatından İsrail’in güvenliğine, Kürt sorununun alacağı şekle, Rusya’nın üslerine, Filistin sorununa, İran’ın bölgesel etkisine ve tabii Türkiye’nin iç siyasetine yansımalarına kadar birçok gelişmeyi etkiledi.
Burada, öncelikle rejim değişikliğinin küresel siyaset açısından ne anlama geldiğine bakıp, ardından bölgesel düzen açısından yarattığı sonuçları ele alacağım. Devamı niteliğindeki bir sonraki yazıda ise Türkiye’nin bu süreçteki rolünü ve Suriye’deki dönüşümün Türkiye’ye etkilerini tartışacağım.
Suriye’de Aralık 2024’te yaşanan sürece devrim demek, tarihteki toplumsal devrimlere haksızlık etmek olur. ABD’nin ve Türkiye’nin askeri varlığının bulunduğu, yabancı istihbarat servislerinin cirit attığı, İsrail’in HTŞ’ye havadan destek sağladığı, Suriye’de yaşayan halkın yönetime kitlesel bir direniş göstermediği bir ortamda, HTŞ gibi dünyanın birçok yerinden gelen cihatçıyı barındıran ve bütün dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği
bir örgütün perde arkası pazarlıklarla Şam’a kadar uzanmasına “toplumsal devrim” demiyoruz.
30 bin kişilik bir silahlı grubun, ülkedeki bütün diğer bileşenleri dışarıda bırakarak, yaygın sokak gösterilerinin olmadığı, halkın doğrudan katılmadığı bir operasyonla yönetimi ele geçirdiği bir süreç yaşandı.
Eğer Mart 2011’de Suriye halkının verdiği mücadele sonucu o dönemde Esad yönetimi devrilseydi buna toplumsal devrim denebilirdi. Bu yüzden Suriye’deki 8 Aralık olayına “toplumsal devrimden” çok “dış destekli bir rejim değişikliği” demek daha doğru olur.
Küresel jeopolitikte üç kritik çatışma ve potansiyel çatışma bölgesi var. Bunlardan ilki Ukrayna, ikincisi Ortadoğu (Filistin, Lübnan, Suriye, İran ve Yemen hattı) ve üçüncüsü Tayvan. İlk ikisi çatışma şeklinde yaşanırken, Tayvan belki de bir dünya savaşını tetikleyecek, tarafların birbirini kolladığı ve daha çok Çin’in zamana oynadığı bir potansiyel kriz noktası.
Suriye’deki savaş tıpkı Ukrayna gibi, Batı ile Avrasya (Çin, Rusya, İran ve Kuzey Kore) arasındaki gerilimin Ortadoğu’ya yansımasıydı. Bunun Suriye ayağında Rusya-İran ekseni geri çekilmek zorunda kaldı. Çin, Suriye’de çatışmalara hiç dahil olmadı. Gücünü kendisinden uzaktaki sıcak çatışmalarda tüketmek yerine, ileride olası bir Tayvan krizi için saklıyor olmalı. Çin son zamanlarda Suudi Arabistan-İran diplomatik ilişkilerinin başlatılması ve Filistinli grupların bir araya getirilmesi dışında Ortadoğu’da belirgin bir stratejik ağırlığa sahip olamadı. En üstün olduğu alan ekonomik ilişkiler oldu ve bölgeyle ticarette ABD‘yi geçti.
Batı’nın Ortadoğu’da Rusya-İran etkisi karşısında üstünlük kazanmasının nedenleri kısaca şöyle belirtilebilir:
Suriye’de Batı’nın neredeyse bütün bileşenleri aynı hat üzerinde buluşabildi. Bunun her zaman gerçekleşmediğini belirtmek gerek. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail, Türkiye rejim değişikliği konusunda hemfikirdiler. Sorun zamanlamayla ilgiliydi. Yeri geldiğinde İsrail, ABD, Fransa, İngiltere sırayla Suriye’deki hedefleri vuruyordu. Fransız ve Amerikalı diplomatlar ortak heyet oluşturup PYD ile toplantı düzenlerken Alman ve Fransız dışişleri bakanları birlikte ayağına giderek HTŞ lideri Ahmet el Şara ile görüştüler.
Rusya gücünü Ukrayna’da tüketiyordu. İsrail’in Gazze saldırısı başladığında ABD, iki uçak gemisi........
© Birgün
