Seçimler ve ABD ekonomisi
ABD başkanlık seçimleri büyük bir heyecanla bekleniyor. Her ne kadar Kamala Harris’in daha fazla oy toplayacağı tahmin edilse de, ülkedeki garip seçim sistemi gereği, sonucu Seçici Kurul’un oyları belirleyeceği için gözler 7 kritik eyalete çevrilmiş durumda. “Salıncak eyaletler” adı verilen, oy dengelerinin her an değişebileceği bu seçim bölgelerinde ise, Donald Trump bir adım önde görünüyor. Özellikle daha fazla delegeye sahip Pennsylvania sonuçlarının son sözü söyleme olasılığının yüksek olduğu değerlendiriliyor.
Küresel ölçekten bakılırsa, ABD’nin 2. Dünya Savaşı sonrası elde ettiği hegemonyanın kapitalist dünyanın lideri konumunu korumakta güçlük çektiği, Çin ile büyük bir rekabet içine girdiği görülüyor. Her iki aday da Çin’in hızlı yükselişinin önünü kesme, ABD’nin öteden beri savunucusu olduğu serbest ticaret politikalarını ihlal etme pahasına, ithalatta korumacı önlemler uygulama noktasında buluşuyor. İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırım politikalarına arka çıkmak, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Siyonist hükümetinin bölgedeki saldırganlığına göz yummak konusunda da önemli bir fark göze çarpmıyor. Harris’in zaman zaman İsrail’i itidale davet eden, barışın önemine dikkat çeken silik demeçleriyle, Trump’ın daha şahin tutumu son tahlilde önemli bir fark yaratmıyor.
Ancak Harris’in seçmen tabanında barış yanlısı, üniversitelerde Gazze protestolarına katılmış bulunan veya Arap/Müslüman kimliği nedeniyle bu konudaki duyarlılığı ön plana çıkanların ağırlığı çok daha fazla olduğu için, bu kesimlerin protesto amaçlı sandığa gitmeme veya Yeşil Parti adayına yönelme eğiliminin ibreyi Trump lehine çevirme olasılığı üzerinde de duruluyor.
Öteden beri seçim süreçlerine ilgisizliği bilinen Amerikan halkının 2016’da Trump’ın devreye girmesiyle politikleşmesi dikkat çekiyor. Ülkenin “kültürel eksende” bir kutuplaşmaya doğru sürüklendiği gözlemleniyor. Cumhuriyetçi seçmen; göçmen ve mülteci karşıtlığı, asayişin sağlanamadığı gerekçesiyle silahlanma talebi, küresel iklim değişikliği inkarcılığı, kürtaj hakkına muhalefet, Covid sürecinde aşı karşıtlığı şeklinde açığa çıkan bilim ve Aydınlanma’ya tepki, komplo teorilerine prim verme, LGBTQ düşmanlığı, cinsiyetçilik gibi reaksiyoner temalara rağbet ediyor. Yaşamda karşılaştığı tüm ekonomik ve toplumsal sorunların sorumluluğunu “ötekileştirdiği” kesimlere yüklüyor.
Demokrat Parti ise, bu propagandalara prim vermeyen, yaşam tarzı anlamında liberal, eğitim düzeyi yüksek seçmenlere “kimlik” politikaları temelinde hitap ediyor. Bu anlamda Kamala Harris’in kadın, beyaz olmayan, iyi eğitimli, göçmen ebeveynlerden diye sıralanabilecek kimlik kodları, onu Trump’ın karşısında doğal bir seçenek haline getirdi. Gelgelelim emek ekseninden bakılınca, Demokrat Parti’ye belirgin bir yönelim göze çarpmıyor.
Trump’a ilişkin mutlaka olumlu bir farklılık aranacak olursa, Ukrayna Savaşı’nı bitirmek konusundaki vaatleri akla geliyor. Öteden beri NATO’ya şüpheyle yaklaşması, Avrupa’daki bir savaşa kaynak ayırma konusundaki isteksizliği, çatışmayı körükleme yerine müzakere masasına oturulması doğrultusunda tavır almasını getirebilir. Rusya’nın da savaştan yıpranması, Trump’ın emlak komisyonculuğu döneminde Putin’in yakın çevresindeki oligarklara New York’ta çok sayıda lüks konut pazarlamasından kaynaklanan kadim ahbaplık........
© Birgün
visit website