Kaldığımız yerden değil geldiğimiz yerden
Kandıra’daki zorunlu “konukluk” Yargıtay kararı ile sonlanınca süreci yakından izlemiş gazeteci arkadaşlardan birisi “bundan sonrasını” sordu, o günlerin geçerli klişelerindendi, “kaldığınız yerden devam edeceksiniz sanırım” diye yüreklendirmeye çalışıyordu beni. Bir an durdum, “hayır, dedim, kaldığımız yerden değil, geldiğimiz yerden devam edeceğiz.” Öylesine ağzımdan çıkıveren bu sözleri anlamlandırmak için epeyce çabaladım. Tamam artık kaldığımız yer diye bir şey, bir yer yoktu ya da biz orada değildik, ama geldiğimiz yer neresiydi ki?
***
Tarih eskir ve eskitir. Geldiğimiz yer ise hem tarihin hem de yaşadığımız belirsizliklerin içinde bize yer açar, bizi zorlar; umut oradadır. İnsana ait ne varsa ne birikmişse, birbirini cerh eden, irili ufaklı çelişkilerin içinden yol gösteren, harita çizen ne varsa hepsi de sürprizlerin, mucizelerin içinden, ışığın ve karanlığın ortasından bize göz kırpar. Öyleyse kaldığımız yerden devam etmemiz söz konusu değildir, öyle bir yer yoktur artık. Koşulların, olanakların tehdit ve tehlikelerin değiştiği yeni bir yerdeyiz. Biz de artık tarihin içinde ya inatçı ihtiyarlar gibi geçmişe yapışıp kalacağız ya da değişenin ne olduğunu kavramaya çalışan, her an değişen ve kendi statükosunu yaratan süreçlere de boyun eğmeyen devrimciler olmayı başaracağız.
***
Geldiğimiz yerden devam edeceğiz ama üstümüze yapışıp kalmış kirden pastan kurtulmak da kolay değildir. Daha önemlisi tarihin bize bıraktığı, Marx’ın 18 Brumaire’de “insanlar kendi tarihlerini yaparlar ama keyiflerine göre kendi seçtikleri koşullarda değil, doğrudan karşılaşılan, geçmişten verilip aktarılan koşullarda yaparlar” diyerek altını çizdiği “koşulların”, şimdiki, haldeki durumları üzerinde de düşünmek gerekecektir. Çünkü tarih bizimle birlikte ve sürekli değişerek hareket eder. O sözü edilen koşullar da büyük olasılıkla, bilimsel teknik gelişimin daha fazla ve yoğun kötüye kullanımıyla yeni engeller olarak karşımıza çıkacaktır. Statükonun dayattığı yeni koşullar, sürekli geriye çeken, koşar adım dinsel fanatizme dönüşen muhafazakârlığın ve yalnızca teorik bir varsayım olarak kalmış “özgürlükçülüğünü” unutmuş liberalizmin klasik ölçülerine de sığmaz olur. Dolayısıyla kaldığımız yer yalnızca gelişimi durdurmakla yetinmeyen zorbalığın koşullarına, sürekli kendini dayatan otoriterliğin, faşizmin modern araçlarına dönüşecektir. Geldiğimiz yer burasıdır artık. Bilime hizmetçisi gibi davranan kapitalizm kitlelere evrim teorisini yasaklayan, teknolojiyi ise kendi çıplak çıkarları için, “kâr daha çok kâr, savaş daha çok savaş”, ustaca kullanan........
© Birgün
visit website