Kadın özgürlüğünün sessiz dayanağı: Laiklik
Laiklik genellikle yalnızca din ile devletin ayrılması şeklinde tanımlanır. Ancak bu tanım, laikliğin toplumsal etkilerini kavramakta yetersiz kalır. Laiklik, hukukun kaynağını kutsaldan değil akıldan alan; bireyi –özellikle de kadını– bağımsız bir özne olarak tanıyan sistemin temelidir. Tarihsel deneyimler, laikliğin geri çekildiği her durumda kadınların kamusal görünürlüğünün ve haklarının ilk hedef haline geldiğini göstermektedir.
1789 Fransız Devrimi “insan hakları”nı ilan ettiğinde dahi bu haklar kadınları kapsamadı. Kadınlar yalnızca ulusun anneleri, ahlâkın taşıyıcıları olarak sembolleştirildi. Olympe de Gouges’un “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi” (1791) bu dışlanmaya ilk büyük itirazdı. Gerçek eşitlik ise neredeyse yüzyıllık bir mücadele gerektirdi. 1905 Fransız Laiklik Yasası yalnızca dinî kurumları değil, patriyarkal yapıyı da devletin tekelinden çıkarmaya başladı. Elisabeth Badinter’in ifadesiyle “devlet artık Tanrı’dan değil, özgürlükten yanaydı.”
Türkiye’de Cumhuriyet’in kuruluş süreciyle birlikte laiklik, kadınlar için hukuki özneliğin önünü açtı. 1926 Medeni Kanunu ile çok eşlilik yasaklandı, resmi nikâh zorunlu hale geldi, kadınlara boşanma ve mirasta eşitlik tanındı. 1937’de laikliğin anayasal güvence altına alınmasıyla kadınlar ilk kez eşit yurttaş olarak tanımlandı.
Ancak bu kazanımlar, geniş kesimlere eşit şekilde yansımadı. Kadınlar modernleşmenin vitrini haline getirildi; yani kamusal görünürlükleri yeniden sembolleştirildi. Laiklik, bu sembolleştirmenin ötesine geçip gerçek bir özneliğe dönüşebildiği ölçüde ilerici bir güç olurken, şüphesiz patriyarkayı ortadan kaldırmadı ama pratikte kadınların konumunu dönüşmesine ve yeni biçimlerde yeniden üretimine katkı sağlamasına olanak sundu.
Türkiye’de ise laiklik, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren kadınlara hukuki özne olma fırsatı sundu. 1926 tarihli Medeni Kanun çok eşliliği yasakladı, resmi nikâhı zorunlu kıldı, boşanma ve mirasta eşitliği tanıdı. 1937’de laikliğin anayasal güvence altına alınmasıyla kadınlar ilk kez yurttaş olarak tanımlandı. Bu süreçte kadınlar “modern Cumhuriyet’in vitrin figürleri” olarak yeniden sembolleştirildiler. Ancak sembol olmanın ötesine geçip kamusal alanda yer edinmelerini sağlayan şey, laikliğin sağladığı hukuki zemindi.
Bugünse bu zemin, sessiz ama sistematik bir biçimde geri çekiliyor. Laiklik kâğıt üstünde hâlâ anayasal bir ilke; fakat uygulamada işlevsizleştiriliyor. Diyanet’in fetvalarıyla nafaka hakkı tartışmaya açılıyor, boşanma süreçleri arabuluculuk yoluyla zorlaştırılıyor, 6284 sayılı şiddeti önleme yasası etkin biçimde uygulanmıyor. Kürtaj hâlâ yasal; ama kamu hastanelerinin ’ından fazlasında erişilemiyor. Medyada kadın bedeni sansürleniyor; "ahlâka aykırılık" kisvesi altında,........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta
Joshua Schultheis
Rachel Marsden