Miras
Serhat diye bir tanıdığım var. Geçenlerde bana “Senin bir konuşmanla hayatım değişti abi” dedi. Bir ömür konuşursunuz ve hiçbir şey değişmez ama bazen de sıradan laflar bile söyleseniz öyle denk gelir ki insanların hayatını değiştirir. Serhat’a “hayatını değiştiren” konuşmayı yapalı yirmi yıl geçmiş. Vasat bir üniversiteden yeni mezun olmuştu, CV’sine kibir ve torpil katacak bir lise geçmişi de yoktu, o iş arıyordu ama kimse onu aramıyordu. Kendini değil aileni suçlamak her zaman kestirme bir yoldur:
“Ah abi ya, miras miras, bütün mesele miras. Cebindeki en kıymetli kartvizit nüfus kağıdın. Anadan da babanda da bir hayır yok. Maça on sıfır mağlup başlıyorum. Bana kalan tek miras boş bir kumbara.”
∗∗∗
Muhtemelen ilk anda ona hak vermişimdir, çünkü ben de mirasyedi bir insan sayılmam. Öte yandan çoğumuzda olan bir hastalığı o zamanlar da biliyordum: Hep yukarı bakarız, sadece sistem değil gözlerimiz de bize konu ne olursa olsun en şanslı örnekleri gösterir: Bilmem kim profesör olmuş, herhalde olacak, herifin dedesi de profesör; şu kız nasıl böyle ünlendi ya, oğlum kız fıstık gibi, kimlerin yatağından geçmiştir; bu kadın hangi ara böyle zengin oldu, sen onun babası kim biliyor musun? İçimizdeki fesat bir ses tüm başarı örneklerini bir başka durumla ilişkilendirir. Dedesi profesör olup genç yaşta intihar eden, güzelliği tam aksine hayatını karartan, zengin bir aileden geldiği halde her şeyi batıran çok daha fazla örnek olduğu halde kendi başarısızlığımıza gerekçe bulacak karşılaştırmaları yapmayı seçeriz.
Yukarı bakıp avunma gayreti, aynaya bakıp kendimizi görmemizi engeller. Kendi eksikliklerimizi el âlemden gizlemeye çalışmak yaşam gayemize dönüşür. Kendimizi gizleye gizleye kaybederiz. Sadece nefes alabiliyor olmamız bile, entübe olmuş bir hastaya kıyasla ne büyük bir avantajdır oysa.
Miras genellikle maddi değerlerle özdeşleştirilir. Miras hukukunda babanın........
© Birgün
