5.000
1985 yılında, Kayseri’nin otuz kilometre uzağındaki yalnız ve çirkin bir okul yatakhanesinde nöbet tutuyordum. Ranzanın birinden hıçkırık sesleri duydum. Birinci sınıflardan cılız bir öğrenci, ağlıyordu. Yanına gelince tanıdım; o gün okul kantininde elindeki Yeni Türkü kasedi öğretmenlerce kırılmış ve hakkında “soruşturma” başlatılmıştı.
Bir öğrenci mimlenince diğer herkes ondan uzak durmaya çalışırdı. Çünkü “mim” bir mikrop gibi bulaşıcıdır. Ben zaten “mimli” olduğum için bunu umursamadım ve diğer çocukları uyandırmamaya çalışarak kendisini üzmemesini söyledim.
“Durmayacaklar” dedi çocuk içini çekerek. Sonra benimle göz göze geldi ve tekrar ağlamaya başladı... “Durmayacaklar, hiç durmayacaklar.”
“Durmak yok, yola devam,” sloganı bana hep bu anıyı anımsatır. Daha o zaman farkındaydık; bu okul kesinlikle bir “proje”ydi. O yıllarda ülkede üç veya dört Fen Lisesi vardı. Okula girmek için Türkiye’nin ilk üç yüzüne de girmek gerekiyordu. Çoğunluğu Batı kentlerinden gelen, genellikle öğretmen ailelerin çocukları, çıplak bir arazinin ortasındaki bu “kampüs”e kapatılmıştı.
∗∗∗
O zamanlar Türk-İslam sentezi diye bir kavram popülerdi. Öğretmenlerimizin neredeyse tamamı bu ülküye gönül vermiş, “ülkesini seven”, bizi anarşiden kurtardığı için Kenan Evren’e büyük saygı duyan ilkesiz ve şerefsiz faşistlerden toplanmıştı. Başka okullarla kıyaslama yapabildiğimiz için, böyle “seçilmiş” bir öğretmen kadrosu hepimize tuhaf geliyordu. Bu tesadüf olamazdı. Burada bu kadronun toplanmasının bir anlamı olmalıydı.
Yatakhanede ağlayan arkadaşıma ne söyleyebilirdim? Ben de onun........
© Birgün
