menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

SUR vitrini ve kenar süsü

13 6
24.05.2025

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı’na bağlı “Dil Koruma ve Geliştirme Müdürlüğü” 15 Mayıs “Kürtçe Dil Bayramı” vesilesiyle dile ilişkin farkındalık yaratmak için Sur ilçesindeki Gazi Caddesi'nde Kürt şairlerin sözlerinden dizeleri kaldırım taşlarına işledi. Gazi Caddesi'nin sağlı sollu kaldırımlarına belirli aralıklarla Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran, Haci Qadirê Koyî, Osman Sebrî, Melayê Xasî ve Siyapûş gibi Klasik Kürt Edebiyatının şairlerinin beyitlerinin işlendiği mermer üzerine yazılı bloklar yere monte edildi.

Bu elbette kıymetli ve alkışlanacak bir çaba, altı özellikle çizilmeli. Ama şehircilik üzerinden sahiden ciddi bir “ama”sı var ve maalesef yeterince farkında değiller belediye ilgilileri.

Bu tür kültürel farkındalık işleri yapılırken çok ince düşünülmeli ve altyapısı birkaç açıdan olgunlaştırılıp öyle hayata geçirilmeli!

Eskiden başını sokacak bir evi olanların, hele hele biraz da ekonomisi orta halli ve üzerinde ise; mutlaka evin bir odası konuk (misafir) odası olarak düzenlenirdi. O oda benim tabirimle adeta bir “teftiş odası”ydı. Eve sanki misafir değil de müfettiş gelip denetleyecek bir oda gibi her daim düzenli, tertipli, temiz ve pir û pâk tutulurdu. İzzet ve ikballe gelen misafir o odada bir ala û vala ile ağırlanır. O odanın en görünür yerindeki adına “vitrin” denilen camlı dolapta boy boy dizili porselen, kristal kap-kacak süt kahve takımları ve eşyalar adeta birer gösteri metaı olarak yerini korur ve hemen hiç de kullanılmazdı.

Ha, unutmadan bir de henüz ilkokul çağındayken bizim öğrencilik yıllarımızda “güzel yazı defteri”miz vardı. Özenerek yazardık ve her bir yazılı sayfanın kenarlarına da kuşlu, çiçekli kenar süsleri kondururduk…

Şimdi bu iki örnekten yola çıkarak ifade etmeliyim ki; Diyarbakır / Amed SURİÇİ, yüzü bu kadim kente dönük olanlar için bir “Ana rahmi” yani çok anlamlı bir “vitrin”dir.

Tabii ki içinde binlerce yıldır insanların yaşadığı hikâyeleri olan bir şehirdir etrafı surlarla çevrili bölge. İşte o vitrinin, eski kadim mekânı orta yerinden bir haç gibi kesen iki ana arter caddesi var. Biri Gazi, diğeri de Melikahmet caddeleri. Gün içinde yerli ve yabancı bilumum bütün cemi cümle tebaanın hikâyesi bu iki cadde üzerinde hayat bulur.

Peki, o halde şu soruyu sormanın tam vaktidir. Bunca önemli ve binlerce yıldır hayatın kesintisiz süredurduğu bu iki caddeye hem Sur, hem de Büyükşehir belediyeleri yeterince özeni gösteriyorlar mı? Maalesef koca hem de koskoca bir HAYIR!

Gös-ter-mi-yor-lar… Defalarca yazdım, işte burada bir kez daha bu vesileyle yazmış oluyorum. Niye bu ilgisizlik! Niye bu sahipsizlik! Sahi, neyi bekliyorsunuz?

Fransız Arkeolog Albert Louis Gabriyel 1930’larda bu kadim şehre gelerek sur bedenlerinin ilin valisi tarafından tahribine tanık olunca mevcut felaketi boşuna mı Ankara’ya rapor etti.

Yoksa siz de yeni bir Gabriyel mi bekliyorsunuz; ciğer kebabı, Lübnan künefesi, dibek kahvesi, kuru yemiş, telefon kılıfı, tespih satıcılarının işgaline karşı sessiz ve ilgisiz kalınmasının bekleme halini.

SURİÇİ; şehrin görünür yüzü, vitrinidir. Önce vitrininizi çağdaş, özenli, düzenli, tertipli, işgalden arındırılmış sürekli denetlenen ve tertemiz tutulan kaldırımlar ve caddelere kavuşturacaksınız… Sonra da yukarıda adı telaffuz edilen ve daha başkalarının da granitten, mermerden yazılı plaketlerini çakacaksınız yere, duvara ve istediğiniz her yere.

Tekrar başa dönersek Büyükşehir Belediyesi ilgili birimlerinin bu çalışmasını çok anlamlı, kıymetli ve isabetli bulmakla birlikte bağlam eksikliği nedeniyle ilkel reflekslere tepkisel muhataplığı da hak etmediğini düşünüyorum.

Ve bir sözüm de anadili üzerinden sözü kelamı olan kurumlar ve şahsiyetlere; sahip de çıkacağız, yeri geldiği vakit seçtiğimiz belediyeleri icraatları nedeniyle gerekirse en sert şekilde eleştireceğiz de…

Malum “Debbağ, en çok sevdiği-değerli bulduğu deriyi en fazla döver tabaklar”mış… Neden mi, çünkü bilirmiş ki en zarif en güzel deri öyle ortaya çıkarmış.

“Hê ji min dil herişandê
Suhtiyê arê te me
Hiş û aqil şewişandê
Sews û bîmarê te me.” demiş mamoste Osman Sebrî o yere işlenen kıymetli tabletlerden birinde…

Sözüm meclisten içeri vesselam… (ŞD/TY)

“Bir gün mücadele eden insanlar vardır ve onlar iyidir (…)
Ama bir ömür boyu mücadele veren insanlar da vardır ve asıl zaruri olanlar işte onlardır.”

Brecht’in dizeleriyle sona eren Soğuk Savaştan Yeşil Savaşa (De la Guerre Froide à la Guerre Verte/Green is The New Red) adlı belgesel 70’li yıllarda Latin Amerika’daki diktatörlüklerin CIA güdümlü Condor Operasyonu'nun şekil değiştirerek devam ettiğini belgelerle ispatlıyor.

Bir zamanlar komünistler hedef olarak mimlenmişken günümüzde toprak mücadelesi verenlerin, insan hakları aktivistlerinin susturulmasına, sindirilmesine, hatta yok edilmesine odaklı planın acımasızca tatbik edildiğini görüyoruz. Soya Cumhuriyeti adını hak eden çok geniş uluslararası bir coğrafyada insanlar eskiden olduğu gibi kaçırılıyor, işkenceye tabi tutuluyor ve öldürülüyor. Çünkü dünyadaki çokuluslu birkaç şirket devletlerle işbirliğine girerek işlerini rahatça görmek istiyor ve sınırsız kazançlarına mani olabilecekleri ortadan kaldırmaktan imtina etmiyor.

Düşman olarak belledikleri çevreciler, bölgenin kadim halkları ve toprak sahibi olmayı hak görüp talep eden çiftçiler baskıya uğruyor, çoktan enflasyona uğramış “terörist” yaftasıyla damgalanıyor, zan altında bırakılıyor, göçe zorlanıyor; “kör gözüm parmağına” metotlarla katledilirken çevredekilere gözdağı da verilmiş oluyor.

Paraguaylı kadın sinemacı Anna Recalde Miranda’nın maharetli ellerinden çıkma, 2024 Fransa, İtalya, Paraguay, İsveç müşterek yapımı 105 dakikalık belgesel dünya prömiyerini IDFA’da gerçekleştirdikten sonra Fransa’da genel gösterime girdi, Docs Against Gravity Film Festivali'ne iştirak etti. Belgeselin künyesinde sinematografi ve montaj dahil muhtelif hanelerde ismini gördüğümüz Miranda’nın çekimler için kendini........

© Bianet