menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sivil sosyal güvenlik uzmanı ne iş yapar?

12 0
25.10.2025

Sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklı uyuşmazlıklar, diye başlayan bir metin olsa okur musunuz? Bence okursunuz. "Gregor Samsa bir sabah uyandığında…" diye başlayan metinle boy ölçüşemez elbette, ama olay örgüsüne bakılırsa hepimiz birer Gregor Samsa veya daha yakın örnek olarak Daniel Blake sayılabiliriz.

Sosyal Güvenlik Kurumu en kıskandığım tüzelkişi, malum. Ama ben SGK’nin sağlık hizmeti alıcısı olduğu halini beğeniyorum. Emeklilik hizmetleri bölümü bambaşka bir alem. Orada her koridor başka bir bilinmeze çıkıyor. Neden? Çünkü güzide memleketimizde aksi mümkün olmayan hiçbir kural bulunmuyor. Böylece "her çalışan sigortalıdır" cümlesinin insan sayısı kadar alternatifine ulaşılabiliyor.

El kadar çocuksundur, çalışırsın, hatta işyerinde ölürsün ama işçi sayılmazsın. Niye? Çünkü mevzuat sana "çırak" der, "stajyer" der, geçer. Mesela yine çalışırsın ama sosyal güvenliğini özgür iradene bırakabilirler. Canım hiç sigortalı olmak istemiyor, dersin. Kimse peşine düşmez. Bunlardan başka, diyelim ki işçi olduğun kesin, ama işyerlerinde kaç gün, hangi gelir üzerinden çalıştığını ispatlamak yine sana düşer. Sadece bu da değil, örneğin bütün gazeteciler meslek hayatlarının bir bölümünü "212'siz" geçirmiştir. Peki, muhabiri "212'siz" çalıştırmaya nasıl cesaret edebilirler? Oralarda dönemsel denetimden münezzehler listesi olur, kim listede yoksa onun muhabirleri güzelce 212’li olur ya mesela, o hesap. Bunlar eski zamanların dertleri, artık bunlar olamaz, diyen var mı?

Gelelim dijitalleşmeye. Çalışanlar kaç gün sigortalanmış, işe giriş çıkışı nasıl verilmiş, hepsini görebiliyor. Görüyor da ne oluyor? Evraklar, başvurular, gittiler, geldiler… Davalar, bilirkişiler, muhasebeciler, avukatlar, uzmanlar, görüşler, dilekçeler… İşte tüm bunlar dev bir sivil sosyal güvenlik uzmanı kadrosu eliyle yürüyor. Ne yapıyor bu uzmanlar? Sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklı uyuşmazlıkları çözüyor. Gerçi durum ortada; çöz, çöz bitmiyor dertler. Köşe yazarları, televizyon yorumcuları da ekleniyor kadroya.

Peki, sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklı uyuşmazlık niye var? Orası biraz kafa karıştırıcı olabilir. İşe girersin, deneme süresi var, derler. O sürenin bitmesi lazım; o arada uslu durmalısın. İşveren terimleri sözlüğünde "arıza çıkarmak", halk arasında hakkını aramak denen hâlden uzak durman gerekir. "Efendim benim sigorta girişim yapılmamış", dersen patron yüzünü ekşitip "senden ucuzu var, beğenmiyorsan çık git" der mesela. Koca koca insanlar oturup "beğenmiyorsan çıkar gidersin" demenin iş akdinin feshi anlamına gelip gelmeyeceğine karar vermek için günlerini gecelerini harcar. Diyelim bu düğüm çözüldü, ama sigorta girişi kısmı ayazda kaldı. Orası da işte sivil sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklı uyuşmazlıklar bilim dalının alanına girer. Ne dediniz? Her çalışan sigortalıdır NOKTA. Öyledir tabii, ama onun bildirimi var, bildirimi unutulmuşu, eksik yapılmışı var. Bildirilenin doğru olup olmadığı var, geç bildirimi var, eksik bildirimi var, yan apartmana kaydı yapılanı, adresi ağaç tepesinde çıkanı, ölüye diriyi, diriye ölüyü yazılanı var. Daha neler, neler… İşte bu devasa yumağı çözmekle meşgul kadronun gelip dayandığı koskoca bir Yargıtay Hukuk Dairesi de var tabii.

Rivayet o ki ülkelerin yüksek yargı makamları arasındaki bir nezaket ziyaretinde Avrupa’dan gelen heyete takdim sırasında bir kriz çıkmış. Krizin tercüme hatasından mı iletişim sorunundan mı kaynaklandığı ilk anda anlaşılamamış. Bizim heyet demiş ki "biz sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklı tüm uyuşmazlıkları çözüyoruz". Karşı tarafta tık yok. Anlamaz anlamaz bakmışlar. Bizim heyet ısrar edince karşı taraf "Bizde öyle bir dava türü yok" demesin mi! Aman nasıl olur, açın kitabı defteri, iyice bir bakın demişler. Bu defa sosyal güvenlikten kaynaklı akademik bir alanın da olmadığı ortaya çıkınca ortam iyice gerilmiş. Neyse görüşmeler sürmüş, mesele bir parça açıklığa kavuşmuş. Meğer kimi ülkelerde aksi mümkün olan kural yokmuş.

(ÖE/AB)

RED dökümanter film gösterimleri için gittiğim Uruguay ve Arjantin’de etkinlikler sonrasında gezmek ve görmek istediğim yerlere gitme fırsatı buldum. Buenos Aires’te Plaza de Mayo anneleriyle tanışmayı, ESMA ve Garaj Olimpo’yu görmeyi çok istiyordum.

Arjantin’de 1976 yılında gerçekleşen askeri darbe ile Isabel Martinez de Peron iktidardan uzaklaştırılmış, yerine içinde Videla’nın da olduğu 3 generalin oluşturduğu Askeri Konsey iş başına gelmişti. Önümüzdeki yıl bu kanlı darbenin 50. seneidevriyesi. Sadece Arjantin değil, bir zincirin halkaları gibi CİA tarafından tezgâhlanan Condor Planı ile koyu bir siyasi gericilik bütün kıtayı kasıp kavurmuştu. En başta sol-sosyalistler olmak üzere on binlerce muhalif bu süreçte katledildi.

1954-1989 yılları arasında Paraguay ile başlayan askeri darbeler, Amerika’nın "Arka Bahçesi" olarak gördüğü bu kıtada sırasıyla 1964-1985 Brezilya, 1971-1978 Bolivya, 1976-1983 Arjantin, 1973-1985 Uruguay ve 1973- 1990 yıllarında Şili’de devam etti. Bu süreçte birbirleriyle iş birliği yapan diktatörlüklerin 60 binden fazla insanın öldürülmesinden sorumlu oldukları biliniyor. Bu zincirleme askeri diktatörlükler bir tesadüf değildi.

Milton Friedman’ın ekonomik modeli olan Monetarizm Şili için ilk deneydi. Geleneksel tarımın yok edilmesi ve kırların kentlere göçü büyük bir işsizler ordusu yaratmış, sermaye için ucuz iş gücü dönemi başlamıştı. Neo liberal politikaların uygulamaya sokulduğu bu süreçte kitle hareketlerine yer yoktu. Sendikaların işlevsiz bırakıldığı, sol-sosyalist örgütlerin ezildiği, toplumsal muhalefetin bir bütün olarak susturulduğu bir ortam yaratılmak isteniyordu.

1975 yılında Şili’nin başkenti Santiago’da bir araya gelen ülke yöneticileri, kendi sınırları içinde rahatlıkla operasyon yapma ve bilgi paylaşımı konusunda anlaşmaya vardılar. Condor Planı’nın motor ülkeleri olarak Şili, Arjantin ve Uruguay öne çıkıyordu. Bu ülkeler içinde Arjantin diktatörü Jorge Rafael Videla, vahşi uygulamaları nedeniyle adından en çok bahsedilen kişi oldu. Videla, daha sonra kendi döneminde işlenen insanlık suçları nedeniyle birkaç kez yargılanıp küçük cezalara çarptırıldıysa da 2010 yılında 31 sol görüşlü mahkûmun Cordoba’da bulundukları cezaevinden alınarak kurşuna dizilmelerinden birinci derece sorumlu tutularak ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı. Sadece Videla değil o dönemin sorumlularından 30 kişiye daha değişik hapis cezaları verilmişti.

Arjantin’de diktatörlük döneminde sorumluluk almış, işkence ve kaybetme suçları işlemiş olanlar hakkında hala davalar ve soruşturmalar devam ediyor. 2017’nin son ayında Buenos Aires’te "ölüm Uçuşları" yapan uçakları kullanan 3 pilot, insan hakları savunucularının uzun uğraşları sonrasında yargılandıkları mahkemece ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlardı. 17 Mayıs 2013 yılında cezaevindeki hücresinde öldüğünde Videla 87 yaşındaydı. Videla için hiçbir tören yapılmasına izin verilmedi. Nereye gömüldüğü bile bilinmiyor. Arkasında 30 bin kayıp, on binlerce insana yapılmış işkence, tecavüz ve diktatörlük mağdurlarının en az 400 çocuğunu kaçırarak rejim yanlısı ailelere verilmesi, binlerce mal-mülke el konulması, yağma, talan ve kirli bir geçmiş bırakarak gitti.

Buenos Aires’te son iki günümü askeri diktatörlüğün kirli gaddarlıklarının sergilendiği hafıza merkezlerini gezmeye ayırdım. ESMA (Deniz Kuvvetleri Mekanik Okulu) bunların en büyüğü ve gezmek için en iyi düzenlenmiş yerdi. Kapıda beni karşıladılar. Binayı tanıtan bir krokide işkence, sorgu odaları ve ölüm yolculuğuna çıkartılanların tutuldukları yerler işaretlenmişti.

ESMA’da sorgulanan binlerce insandan 5000 kişi kaybedilmişti. Büyük çoğunluğu "ölüm yolculuğu" denen Skyvan PA-51 kargo uçaklarıyla Güney Atlas Okyanusu’nun karanlık sularına atılıyordu. Şimdi bu uçak Esma’da sergileniyor. Kapının girişinde ziyaretçileri karşılayan yazıda şunlar yazılı:

"Bu tur sizi eski Deniz Kuvvetleri Mekanik Okulu’nun tarihini farklı dönemler boyunca yeniden inşa etmeye davet ediyor. Son Arjantin diktatörlüğüne odaklanan tur, aynı zamanda orijinal işlevlerinin boyutlarını ve bir anma merkezi olarak yapısının önemini de ele alıyor. Tarih turu, gelecek nesiller için hafıza ve insan hakları konusunda eleştirel ve öz eleştirel düşünmeyi teşvik etmemizi sağlıyor."

Çok geniş bir alana kurulu Deniz Kuvvetleri Mekanik Okulu, (ESMA) darbe sonrası operasyonel gizli gözaltı ve sorgu merkezi haline getirilmiş ama Arjantin genelinde 750’den fazla irili ufaklı böyle işkence merkezi olduğunu yine ESMA’da dağıtılan broşürden anlıyorsunuz. Operasyonlar gece yarısı başlayıp sabahın ilk ışıklarına kadar sürüyormuş. Önceleri sol-sosyalist militanlar, sendikacılar, öğretmen, gazeteciler ve entellektüellerle başlayan operasyonlar; işkence altında alınmış yeni bilgilerle ve ihbarlarla halka halka yayılarak devam etmiş.

Lıbertador caddesindeki kapıdan giren arabalar bahçenin içinden geçerek Subay lojmanları olarak bilinen 3 katlı binaya yakın bir yerde park ediyor, gözaltına alınanlar gözleri bağlı olarak binaya sokuluyor ve önce binanın altındaki geniş salonda tutuluyorlar sonra da 2. ve 3, kattaki hücrelere dağıtıyorlar. Birde binanın arkasındaki açık alandan merdivenle inilen geniş bir mahzen var. İşkenceli sorguların yapıldığı yerlerden birisi de burası. Arabaların park edildiği yer ise hemen yandaki caddeden iyice izole edilerek kaldırım taşlarıyla örülen bir duvarla görünmez kılınmış. İşkence yöntemleri bütün diktatörlüklerde uygulananlardan farksızdı.

CİA bütün sorgu deneylerini buraya da eksiksiz aktarmış. Panama’da "Amerikalar Okulu"nda eğitilen asker ve polisler bütün askeri diktatörlüklerde rol oynamıştı. Arjantin genelinde operasyonlarda para ve değerli eşyanın yanı sıra televizyon ve buzdolaplarına da el konulmuş. Bunun için özel depolar ve bunların satışından elde edilen paralar için ortak kasalar kurmuşlar. Bunu Garaj Olimpo ve SIDE’nin (Devlet istihbarat Sekreterliği) kullandığı Otomotiv Orletti’de dinledim, kanıtlarını gördüm.

Siyasi şubede toplamda 40 gün kalmış ve işkenceli sorgulardan geçmiş biri olarak anlatılanlar, orada okuduklarım ve gördüklerim beni hızla yıllar öncesine götürdü. Kilometrelerce uzakta 1982 yılında İstanbul Gayrettepe Siyasi Şube’yi bana hatırlattı. Kurbanların tutuldukları hücreler temsilen yeniden yapılmış. Çünkü hem ESMA, hem Garaj Olimpo, hem de Automotores’de işkence alanlarının izlerini silmeye çalışmışlar. Hücreler yıkılmış, gizli gözaltı merkezine ait materyaller yok edilmeye çalışılmış ama izler tanıkların anlatımıyla belirgin biçimde yeniden ortaya çıkartılmış.

Sağ kurtulan ve daha sonra darbeciler ve işkenceciler hakkında açılan davalarda tanıklık eden yüzlerce insanın anlatımları var. Bunların bir kısmını duvarlardaki panolarda okuyorsunuz ve bunlar suratınıza çarpıyor. 1976 yılında 1,5 ay ESMA’da kalan Mirta Perez’in 2013 yılının Nisan’ın da darbecilerin birleştirilmiş davasındaki tanıklığı şöyle:

"İşkence her zaman mukoza ve hassas bölgelere yapılıyordu. Bu korkunç derece aşağılayıcıydı. Tecavüzlerde aşağılayıcıydı. Çünkü ilk başta size anlattığım gibi o sandalyede gözlerim bağlı oturuyordum ama sonra zamanla, ne kadar zaman geçti bilmiyorum, beni yatağa bağladılar. Temiz bir yataktı beni oraya kelepçelediler. Rahatlamamı beklediler ve bana tecavüz ettiler. Hep aynı insanlardı ve sanırım geceydi..."

İkinci ve üçüncü kattaki........

© Bianet