Renkler görme engelli bir çocuğa nasıl yol çizebilir?
Beyazın özgürlüğünü, mavinin uçuculuğunu, sarının şakacılığını, kırmızının devinimini, turuncunun tadını, yeşilin nefesini daha önce keşfettiniz mi?
Bia çocuk kitaplığı okuma listelerinize bu hafta “Melisa’nın bastonu” ile giriyor. Yazar Emine Çetin’in kaleme aldığı kitap, görme engelli Melisa’nın dünyayı bastonu aracılığıyla ve renklerle tanıma yolculuğuna sizi de davet ediyor.
Melisa’nın renkli dünyasında maceralarla dolu yolculuğa çıkmadan önce bu çalışmanın kahramanlarından bahsetmek istiyorum. Emine Çetin’in kaleme aldığı Hasan Karaca’nın resimlediği, Gönül Çatallı’nın editörlüğünü üstlendiği ve Burcu Tuna’nın proje koordinatörlüğünü yaptığı 6 yaş ve üzeri çocuklar için hazırlanmış olan bu kitap aynı zamanda bir sosyal sorumluluk meselesi.
Ekibi bir araya getiren ve bu kitabı kabartma harflerle yazılan Brail Alfabesi ile de basıp Görme Engelliler Kitaplığı’na bağışlayan proje sponsoru ise Haluk Gemici.
Projenin amacı yalnızca bir hikâye anlatmak değil, aynı zamanda görme engelli çocukların dünyasını anlamak ve onların yaşamına dokunmak.
Drama Öğretmeni ve oyuncak tasarımcısı yazar Emine Çetin Melisa’nın yaratım sürecini şöyle özetliyor:
“Melisa gördüğümüzü sandığımız şeylerin ötesini keşfe çıkmış meraklı, mutlu bir çocuk. Dokunarak, dinleyerek, koklayarak, iletişim kurarak kendisi ile birlikte çevresini tanıma ve sevgiyi bulma yolculuğuna çıkmış bir kâşif.”
Kitabın ilk sayfalarında Melisa, bastonu ve renkleri sizi karşılıyor. Onun renkleri anlamlandırma serüveninde ilerlerken bakmanın gözün işi, görmenin kalbin işi olduğunu anlıyoruz. Melisa önüne engeller de çıksa yeni yollar, yeni renkler, yeni dokular ile bir yön bulmaya çalışıyor.
Aslında renkler bu kitapta Melisa’nın sadece gözleri olmuyor tat, dokunma, işitme, koklama gibi duyularını da geliştiren bir araca dönüşüyor. Aynı zamanda Melisa hayatını kolaylaştırmak için elinden geleni yapan bir aile ile yaşıyor.
Aile kavramının sık sık tartışıldığı ve tartışılmasının da gerektiği şu günlerde sağlıklı bağların geliştirildiği iyi örneklerin de çocuk kitaplarında yer alması ebeveynlik pratiklerine dair de umudumuzu arttırıyor. Sevgi doluluğun yerini de, yokluğunu da hiçbir şey dolduramıyor. Bunun en somut örneklerini çocuk edebiyatındaki ilişkilenmelerde, karakterlerin evriminde ve hayatın kendisinde görüyoruz.
Renklerin öncülüğünde duyguları tanıyan doğayı keşfeden, gıdayı beslenmenin ötesinde tadabilen, sesleri duymanın ötesinde tınılarıyla işitebilen bir çocuk Melisa. En önemlisi de kitabı okurken belki hissedeceksiniz. Kendi sesini bastırmayan, kendisine kulak veren bir çocuk. Engel kavramını sorgulatan, gerçekten engelin ne olduğu konusunda düşündüren bu hikâye yetişkinlerin de çocukların da zihninde yer edinecek.
Kendinize ait her duyguyu kucakladığınız, içinizdeki ve yörenizdeki tüm çocuklara nefes olabildiğiniz bir okuma olması dileğiyle.
(NÖ)
Bugün, yeniden bir “barış süreci” konuşuluyor. Aradan on yıl geçti; kelimeler değişti, aktörler değişti, ama toplumsal zemin aynı soruyu sormaya devam ediyor: Barış, müzakere masasında kurulabilir mi, yoksa adaletin tesis edilmediği bir zeminde senelerdir murat ettiğimiz o güvenli hayatı yani barışı tesis edebilir miyiz?
Ankara Gar Katliamı, 2013–2015 barış sürecinin bitişine kazınmış kanlı bir imzaydı. O gün patlayan bombalar, yalnızca bir süreci değil, sivil iradenin umut kapasitesini de hedef aldı. Şimdi yeniden “barış” konuşuluyorsa, önce o umudun nerede kırıldığını hatırlamak sorumluluğumuz. Çünkü unutulan, yalnızca geçmişin acısı değil; adaletsizliğin sürekliliği.
Hakikat, açıklanmayan dosyalarda, cezasızlıkta, sessizlikte boğuldukça; yeni barış süreçleri de eski suskunlukları devralıyor. Walter Benjamin’in dediği gibi, “tarih, felaketlerin birikimi olarak ilerler.” O felaketleri dönüştürmeden “yeniden başlamak”, aslında aynı döngüye geri dönmektir. Pozitif barış, yalnızca tarafların masada uzlaşması değil; toplumsal belleğin restorasyonudur. Katliamın faili açıklanmadıkça, sorumlular hesap vermedikçe, barış, korku üzerine inşa edilmiş kırılgan bir sessizlik olmaktan öteye geçemez.
Bugün yeniden konuşulan barış, geçmişteki suskunlukları sona erdiriyor mu? “Silahların susması”na hakikatin konuşması eşlik edebiliyor mu? Toplumsal hafıza temizlenmeden, adaletin sesi duyulmadan, barışın sesi de çınlamaz. Bu nedenle barışı kurmak, geçmişi anmakla değil; geçmişi dönüştürmekle mümkündür.
Bir önceki “Eleştiriye Övgü” başlığı altında, “Eleştirisiz toplum, nefessiz demokrasi” adlı yazımda eleştirinin demokrasinin nefesi olduğunu; hakikati söylemenin yalnızca bir cesaret biçimi değil, aynı zamanda bir toplumsal bağışıklık sistemi olduğunu ileri sürmüştüm. Bugün o eleştirel bakışı, on yıl önce yitirdiğimiz 104 insanın anısına, yani 10 Ekim 2015’teki Ankara Gar Katliamı’na yöneltmek istiyorum. Çünkü bu ülkenin en büyük barış mitinginde, barışın kendisi hedef alındı. Ve on yıl sonra bile, bu acı yalnızca anılmıyor; tıpkı Madımak, Roboski, Maraş ve pek çok benzeri gibi aynı zamanda giderek kutsallaştırılıyor. Artık yalnızca neyi hatırladığımız değil, nasıl hatırladığımız da politik bir mesele.
Her yıl 10 Ekim’de takvim, bir ağırlık gibi üzerimize çöker. Ankara Garı’nın önünde karanfiller bırakılır, pankartlar açılır, isimler tek tek okunur. Ancak bu tekrarın içinde, acı giderek bir........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d