İtalya’nın umumi hâli ve Trieste Film Festivali’nin ödüllüleri
Marianne Faithfull’un anısına
Faşizmin anavatanı İtalya’da sağcı başbakan Meloni’nin güdümündeki iktidar demokratik hakları törpülemeye devam ediyordu.
Mussolini’nin ırkçı yasalarını duyurduğu Trieste’de de ülke bayrağının üç renginin geceleri bazı devlet dairelerine yansıtılmak suretiyle artık fazlasıyla görünür kılınması da tesadüf olmasa gerekti.
Maziyle bir türlü hesaplaşamayan, eski Yugoslavya coğrafyasından göç etmek zorunda kalmış İtalyan milliyetçilerinin müzesindeki (Civico Museo della Civiltà Istriana, Fiumana e Dalmata) sergi bile ülkedeki genel kaynaşmanın birebir yansımasıydı sanki!
İtalya devletinin kurulmasından çok sonra, Trieste’nin 1954 yılında memleketin bir parçası olmaya başlaması, buna mukabil doğusunda kalan geniş bir coğrafyanın Tito rejimine verilmiş olması hiç bu kadar agresif, dramatik ve kan kırmızısının hâkim olduğu patetik bir posterle duyurulmamıştı.
Bu arada kentin geçtiğimiz senelerde mültecileri insanlık dışı şartlarda misafir etmiş olan Silos binası boşaltılmış olmasına rağmen orada yaşananlar bir kara leke olarak Trieste’nin hanesine yazılmış ve ülkenin mültecilere yönelik genel siyasetinin iflasını bir kez daha ispatlamıştı.
Filistin’den son zamanlarda, bilhassa yardıma muhtaç ailelerin de getirilmiş olduğu kentte iyi niyetli gönüllüler ve sivil kuruluşların gayretli çalışmaları, resmî makamların beceriksizlikleri ve kifayetsizlikleri yüzünden fazlasıyla aksayabiliyordu. “Soykırım şimdi oluyor” sloganıyla 25 Ocak’ta yapılan Filistin’e destek yürüyüşü için güvenlik kuvvetlerinin abartılı sayısı bir yana şehrin trafiğini fazlasıyla aksatacak trafik düzenlemeleri de kör gözüm parmağına der gibi aşırıydı. Ayrıca İtalya’da da protestolar yasalara aykırı biçimde polis tarafından sık sık, her geçen gün artan bir şiddet dozuyla dağıtılabiliyordu.
Bu arada huzurlu ve güvenli atmosferiyle tanınan, yaş ortalaması gayet yüksek Trieste’de ihtiyar vatandaşların sokakta saldırıya uğradığı ve hırpalanarak soyulduğu vakalar günbegün artmıştı. Gittikçe çoğalan sayıdaki Afganistan ve Pakistan kökenli erkeklerin yaralamalarla biten kavgaları da kentte esen korku atmosferini katmerliyordu.
Kadın hakları mevzubahis olduğunda da İtalya’nın sicili kirlenmeye devam ediyor, bilhassa tanıdık veya akraba erkeklerin kadınları öldürmesinin önüne bir türlü geçilemiyordu. Tecavüz mağdurunun belirgin şekilde reddini ifade etmemesi durumunda bunun bir kabul olarak yorumlanmasına yol açan kanun maddesinin bir türlü değiştirilmemesi de anlaşılır gibi değildi.
Ferzan Özpetek’in kadınlara methiye dürtüsüyle çektiği son filmi Elmaslar (Diamanti), basit duygu sömürüsünden ibaret, gayet bildik ve bayat klişelere dayandırılmış ticari bir ürün olsa bile, İtalya’da bilhassa kadın seyircilerin doldurduğu salonlarda sezonun en yüksek gişesini yapması tesadüf olmasa gerekti. Fakat festival programından ayrı olarak filmi beraber seyrettiğim 17 yaşındaki müstakbel sinemacı genç kızın Özpetek’in yalakalıklarına hiç kanmaması manidardı.
Bu arada devletin, Mafya ve benzeri oluşum fertleri için öngörülen 41 bis sayılı kanunu hazmedemediği başka vatandaşlar için de kullanması da İtalya çapında rahatsızlık yaratıyordu. Ağır hapis rejiminde izolasyon en başta olmak üzere insanlık dışı muameleye tabi tutulanlardan anarşist Alfredo Cospito’nun açlık grevi neyse ki ülkede az çok yankı uyandırmıştı.
Fakat faşist eğilimlerini gizlemekten hiç çekinmeyen iktidar, daha çok kültürel programlarıyla tanınan, coğrafyanın gayet köklü komünist ve sosyalist mazisinin bayrağını taşımaya daima çalışmış RAI 3 kanalını usul usul tasfiye etmekten geri durmuyordu. Devlet radyo televizyonunu propagandasına alet etmekten zaten imtina etmeyen hükümet temsilcileri amaçları doğrultusunda sinsice ilerlerken bazı RAI 3 programcılarının Berlusconi’nin televizyon kanallarında çalışmaya razı olması ülkenin dramatik manzarasını katmerliyordu.
Resmî olsun, olmasın, Covid sonrası........
© Bianet
