Castro’dan Mujica’ya devrimci dersler*
“Aynı yalınlıkla ölmek isterim
Kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz.”
José Marti
Geçtiğimiz aylarda José “Pepe” Mujica, bir taraftan sevenlerini üzen diğer taraftan fiziki ölümün nasıl karşılanması gerektiğine dair ders niteliği taşıyan bir açıklama yaptı.
Búsqueda dergisine konuşan Mujica, “İstediğim şey, yalnız bırakılmak. Benden röportaj ya da herhangi başka bir şey istemeyin. Döngüm sona erdi. Samimiyetle söylemem gerekirse ölüyorum. Ve bir savaşçının dinlenmeye hakkı vardır” dedi. Yemek borusu kanserinin ‘karaciğerini sömürgeleştirdiğini’ anlattı ve bunu durdurmanın yolu olmadığını söyledi.
Doktorlarından kendisine ‘beyhude yere acı çektirmemesini’ isteyen Mujica, “Bana ilaç verin; ölme zamanı geldiğinde ölürüm. Bu, bu kadar basit” dedi. Tek dileğinin çiftliğinde çalışmak ve hemşerileri ve dostlarına veda etmek olduğunu anlatan 89 yaşındaki devrimci, niyetinin çiftliğinde ölmek olduğunu anlattı ve köpeği Manuela’nın yanına gömülmek istediğini belirtti; ölümü, değerlerinin gerekleriyle karşıladı, “doğa insanın irrasyonel bedenidir” diyen Marx’a da uygun olarak doğaya dönüşün yaklaşmış olmasını abartmadı; aksine bilinçli bir sakinlikle karşıladı.
İnsanların varoluşsal boşluk hissiyle bocaladığı, anlam arayışında savrulmaların yaşandığı bir çağda, tıpkı Fidel Castro gibi veya Nazi kamplarında adeta ölümle nişanlı halde yaşarken dahi yaşamın anlamından söz eden Viktor Frankl gibi hayatın her anını dolu dolu karşılamış olanların mirası nasıl bir pusula niteliğinde ise bu, Mujica için de geçerlidir.
Fidel Castro’nun ölümü karşılama sürecini, naaşının yakılmasını ve doğada fazladan yer kaplamamak gerektiğine dair vasiyetini akla getiren Mujica’nın bu duruşu, bir yanıyla yaşama ve ölüme dair gerçekçi bir yaklaşımın ifadesiyken, diğer yanıyla dolu dolu yaşamış olmanın sonucudur.
Değerleri için savaşmış, tutsak düşmüş, bedel ödemiş ve ödetmiş; aynı zamanda yaşamının her kesitinde değerlerine uygun bir yaşam sürmüş olan bu iki devrimci, bugün en çok ihtiyaç duyulan olgulardan birine, “Nasıl yaşamalı; yaşamın anlamını nerede, nasıl aramalı?” sorusuna yanıt olmuşlardır.
Onlar, anlamlı ve dolu dolu yaşamanın iki örneğidir. Onlar, Che’nin vurulmasına rağmen yenilmemesi gibi tutsak düştü ama hiç yenilmedi. Değerleriyle bir gün olsun çelişmemenin, hayatın her anında değerlerini yaşamanın ve yeniden öğretmenin öznesi olanlar nasıl yenilir ki? Arkalarında, boşluklarla, eksiklik ve doyumsuzluklarla malul bir yaşam değil, dolu ve anlamlı bir hayat bıraktılar; ölümü bu denli sakin, moralli, bir yolculuğa çıkar gibi karşılamalarının nedeni budur.
Che’nin bütün dünya halklarına gülümseyen resmi neyi anlatıyorsa, Castro’nun ve Mujica’nın yaşamları onu anlatıyor. Soldan, devrimci değerlerinden ve gereklerinden uzaklaşma oranında büyüyen “varoluşsal boşluk” bugün sol iddialarına rağmen birçok insana yanlış yaptırıyor. Anı gelecekle ilişkilendirememek, değerlerini yaşamın her anında somutlayamamak, amaca yabancılaşmak, bugün pek çok insana ya yanlış yaptırıyor ya da sistem karşısında zayıf ve edilgen düşürüyor. Hâlbuki devrimcilik, insanın içindeki muazzam potansiyeli açığa çıkarabilmek, genel anlamda halktaki ve tek tek her insandaki iyiyi görebilmektir; bu “iyiyi” örgütlemek, sosyalizmden bunu anlamaktır.
Devrimcilik yalnızca politik iktidarı değil gündelik hayata serpiştirilmiş irili ufaklı iktidarları yenmektir; bu nedenle de an’ın sosyalizmidir. İnsan, moral değerlerle doğru bağ kuramadığında, hayatında o diğerleri somutlayamadığında, yaşayacağı boşluğu ve doyumsuzluğu parasal olanla, piyasa değerleriyle vb. doldurur. Buna dair örnek çoktur. Castro ve Mujica’nın öğrettikleri ise bunun tam tersidir.
Amaçladığınız özgürlükçü düzeni kuramamış, hatta kavga ettiğiniz düzenin hapishanesine düşmüş de olsanız sosyalizmi yaşamak mümkün. Bu, bazen sevgilinin gözlerinde, bazen bir yoldaşın sözsüz ama anlamlı ve derin paylaşımında bazen halkla kurulan bir ilişkide ve bazen gardiyanınızın sizi kıskanacağı denli, tutsaklık koşullarında bile........
© Bianet
