9. FilmAmed’de ‘Yeni Han’: Hayatların yeniden yazıldığı mekân
Yönetmen Bingöl Elmas, “Irkçılık bence şu anda bütün ülkede bir hastalık gibi. Ve kimse ırkçılığın tanımını ve kendisindeki karşılığını kabul etmiyor. Sorsanız herkes ırkçılığa karşı, ama aslında ırkçılık hücrelere sinmiş durumda. Dolayısıyla ırkçılığı çok belirgin kılan bir film yaptığınızda, bir ırkçının o filmi anlayıp anlamayacağına dair de endişeleriniz oluyor.”
Diyarbakır’da Kayapınar Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü ile Ortadoğu Sinema Akademisi Derneği (OSAD) iş birliğiyle düzenlenen 9. FilmAmed Belgesel Film Festivali devam ediyor.
Festival kapsamında yönetmen Bingöl Elmas’ın yazıp yönettiği “Yeni Han” belgeseli izleyiciyle buluştu. Yoğun katılımın olduğu gösterim sonrası yönetmen, film üzerine izleyicilerin sorularını yanıtladı.
Film, göçmenlik, yabancılık ve birlikte yaşamanın kırılgan ihtimali üzerine kurulu. İstanbul’un Aksaray semtinde, Suriyelilerden Somalililere, Uygurlardan Kazaklara kadar farklı coğrafyaların insanları bir araya geliyor.
Bu kesişimin merkezinde ise Yeni Han var: Evrakların çevrildiği, hayatların yeniden yazıldığı bir mekân. Umut ile belirsizlik, kimlik ile çatışma, sessizlik ile temas burada iç içe geçiyor. Hanın dışında ise yerliler ve sığınmacılar aynı sokakta yaşasa da görünmeyen bir mesafe ilişkileri belirliyor. Elmas’ın kamerası, bu mesafenin sessizliğine kulak veriyor.
Yönetmen Bingöl Elmas, filmle ilgili bianet’in sorularını yanıtladı.
Bu belgeseli Yeni Han’da çekmeye sizi iten şey neydi? Neden özellikle bu mekânı tercih ettiniz?
Ben Çapa’da yaşıyordum. Çapa ile Aksaray birbirine çok yakın. Yaşadığım süre boyunca Aksaray hattı zaten çok kozmopolit bir yerdi, sürekli değişen bir çehresi vardı. Ama son dönemde tamamen değişti. Önceden bavul ticareti yapılan bir yerken daha fazla Suriyeliler olmaya başladı, İranlılar vardı, Ruslar vardı.
Böylece sürekli bir yer değiştirme başladı. Ama eskiden sadece profil değişirdi, dükkanların şekli şemali o kadar değişmezdi. Şimdi gördüğüm dükkanların şekli de, isimleri de, her şeyi değişti. Ve sonuçta benim komşularım aynı zamanda, bu dönüşümü mutlaka çekmek gerektiğini düşündüm. Yani iki derdim vardı.
Birincisi: Neden şehirlerimizin bir kimliği yok? Neden mesela İngiltere ya da başka bir yere gittiğinizde bir mekânı onlarca, yüzlerce yıl sonra bile aynı yerde bulabiliyorsunuz? Ama bizde ya ismi, ya tabelası ya da içeriği değişiyor. Kentlerin şekli değiştikçe insanlarla ilişkisi de değişiyor. O yüzden kimliksizlik, şehrin kimliksizliği meselesi benim için önemliydi. Diğer mesele de sürekli hakkında nefret söylemi üretilen, ayrımcılığa ve ırkçılığa maruz kalan göçmenlerle ilgili film yapmak istedim. Ve onların kendi sözlerinin, kendi seslerinin duyulur olmasını tercih ettim.
Yola çıkarken nasıl bir film hayal ediyordunuz? Süreç içinde film düşündüğünüzden farklı bir yöne evrildi mi?
Biraz daha insanlarla daha yakın ilişki kurmayı, mekânla daha uzun bir ilişki yaşamayı planlıyordum. Ama hakkında bu kadar çok negatif yayın yapılan, nefret söylemleriyle hedef alınan bir toplulukla öyle elinizi kolunuzu sallayarak gidip ilişki kuramıyorsunuz.
Tanıştığınız, görüştüğünüz ve ikna olan insanlar iki gün sonra endişe duyup vazgeçebiliyor. Çok da yasal olmayan hikâyelerin döndüğü bir yer sonuçta. O yüzden kameraların ortalıkta olmasını da pek tercih etmiyorlardı. Dolayısıyla uzun uzun sinematografisini düşünebileceğim bir çalışma şekli olmadı. Ama neticede kendi fonksiyonunu ve amacını yerine getiren bir film oldu.
Belgeselde ırkçı söylemler dikkat çekiyor. Bu durum sizde bir kaygı yarattı mı? Yoksa filmi, topluma bir ayna tutmak amacıyla mı kurguladınız?
Yani ırkçılık bence şu anda bütün ülkede bir hastalık gibi. Ve kimse ırkçılığın tanımını ve kendisindeki karşılığını kabul etmiyor. Sorsanız herkes ırkçılığa karşı, ama aslında ırkçılık hücrelere sinmiş durumda.
Dolayısıyla ırkçılığı çok belirgin kılan bir film yaptığınızda, bir ırkçının o filmi anlayıp anlamayacağına dair de endişeleriniz oluyor. Çünkü tıpkı kadın meselesinde olduğu gibi; kimse kadınlara yönelik şiddeti kabul etmiyor, kimse kendisini sorunlu görmüyor. Irkçılıkta da kimse “Ben ırkçıyım” demiyor. O yüzden filmdeki mesele de bu: Mesajların gerçekten anlaşılacak mı, yoksa insanlar bunu kendilerini olumlamak için mi görecekler?
Filmde insanların sürekli başkaları hakkında konuştuğunu ve empati kuramadığını görüyoruz. Bu kadar rahatlıkla........© Bianet





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Andrew Silow-Carroll
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon