Teknoloji devleri, sosyal medya ve gazetecilik: Gitmeli mi kalmalı mı?
"Bizim Medyamız" konferansı ile ilgili Güneydoğu Avrupa Medya Profesyonelleştirme Ağı'nın (SEENPM) internet sitesinde yer alan haberin Türkçe çevirisini yayımlıyoruz.
Victoire Rio’ya sosyal medyada olmamız gerekip gerekmediği sorulduğunda, o da bir soruyla karşılık veriyor: “Kalmak zorundayız, çünkü burası bir savaş alanı. Biz gidersek, geride kim kalacak?”
“[Sosyal medya platformları] topluluklar kurmakla ya da insanları bilgilendirmekle ilgilenmiyor. Onların ilgilendiği şey reklam yerleştirmek,” diyor ismiyle müsemma “What to Fix” (Neyi Düzeltmek Gerekiyor) adlı kuruluşun kurucusu ve direktörü, aynı zamanda veri bütünlüğü uzmanı olan Victoire Rio.
Ve gerçekten de daha açılış konuşmalarından itibaren, bu kez gazetecilik ve sosyal medya üzerine düzenlenen panellerdeki "TikTok veya Instagram’da içeriğinizi nasıl daha başarılı şekilde tanıtırsınız?", "Hangi video uzunluğu en iyi sonucu verir?", "Bir Facebook gönderisinin ilk kelimesiyle izleyicinin dikkatini nasıl çekersiniz?" gibi klasik pragmatik yolları izlemeyeceğimiz belliydi.
SEENPM ve Mediacentar tarafından düzenlenen Our Media konferansı kapsamında Saraybosna’daki Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde gerçekleştirilen bu tartışmanın merkezinde çok daha temel bir soru yer alıyordu: Sosyal medyada olmamız gerçekten gerekiyor mu?
Novi Sad Gazetecilik Okulu’ndan Marina Grnja şöyle açıklıyor: “Gazetecilikte, aktivizmde ve insan hakları mücadelesinde, hedef kitlemize ulaşmak ya da dışlanmış sesleri duyurmak için çoğu zaman sosyal medyaya bel bağlıyoruz. Aynı zamanda bu platformlar, dikkatimizi, verilerimizi ve bazen de dezenformasyonun yayılmasını kâr kapısı olarak gören bir iş modeli üzerine kurulu.”
Diğer bir deyişle, bizi yiyip bitiren canavarı biz mi besliyoruz?
Veri ve dijital güvenlik uzmanı Feđa Kulenović için bu ikilem hiç de basit değil. Bir yandan, Kulenović’in canlı bir şekilde ifade ettiği gibi, sosyal medyada olmamamız gerektiğini söylemek; gazeteci ya da zayıf, kırılgan ve dışlanmış olanları korumaya çalışan bir aktivist olarak, suç oranının yüksek olduğu mahallelerden uzak durmamız gerektiğini söylemek gibi olur ki bu mahallelerde söz konusu insanlar genellikle en çok mağdur olanlardır.
Yine de, sosyal medyada var olmanın her biçimi başlı başına iyi bir fikir değil. “Sosyal medyaya yaklaşımımızı stratejik şekilde kurmamız gerekiyor. Aksi halde, kendimizi dalgaya kaptırır ve dezenformasyon ateşini körüklemiş oluruz,” diyor Kulenović. Ancak, Güneydoğu Avrupa bölgesindeki yetersiz fonlara sahip bağımsız medya için, sosyal ağları kullanmada stratejik ve özenli bir yaklaşım her zaman mümkün olmuyor.
Sonuç olarak, Kulenović’e göre medyanın rolünün değiştiğini kabul etmek gerekiyor. “Artık biz eşik bekçileri değiliz,” diyor ve gücü elinde bulunduranların artık medyadan bağımsız olarak, sosyal medya aracılığıyla kendi kitlelerine doğrudan ulaşabildiğini, onların görüşlerini şekillendirebildiğini ve davranışlarını etkileyebildiğini, bunu yaparken dezenformasyonu bile kullanabildiklerini belirtiyor. Yine de bu, medyanın artık bir rolü kalmadığı anlamına gelmiyor.
“Tıbbi bilişimde bir kavram var: Apomediasyon. Artık herkes tıbbi bilgiyi internetten bulabildiği bir durumda, doktorun rolü değişti. Bilgiye sahip olan sadece onlar değil, artık hiç olmayacaklar da. Ama yine de onların rolü, hastanın yanında durup hangi kaynakların doğru, hangilerinin yanlış olduğunu ayırt etmesine yardımcı olmaktır. Gazeteciler ve medya için de aynı şey geçerli.”
Bağımsız medyanın zor ekonomik durumunun esas olarak eski iş modelinin ortadan kalkmasından kaynaklandığı artık çok da yeni bir argüman değil. Bu eski modelde medya gelirini reklamlardan elde ederdi. Hedef kitleye daha önce benzeri görülmemiş bir hassasiyetle ulaşmayı mümkün kılan platformların ortaya çıkmasıyla birlikte, bu pasta teknoloji devlerinin masasına taşındı ve medyaya yalnızca bayat kırıntılar kaldı. Örneğin yalnızca Meta, Google ve Amazon, küresel yıllık reklam bütçesinin yüzde 50’sinden fazlasını (Çin hariç tutulduğunda yüzde 60’tan fazlasını) alıyor.
Bununla birlikte, sosyal medya, dezenformasyonla mücadele ve medyanın finansal sürdürülebilirliğinin en azından doğrulama yapan kuruluşlar söz konusu olduğunda bir arada gidebileceği görüşü de var. Meta, 2016’dan bu yana doğruluk kontrolü girişimlerini desteklemek için 100 milyon dolardan fazla yatırım yaptı. Bu program Ocak ayında ABD’de sona erdirilmiş olsa da, Avrupa’daki birçok kuruluş için hâlâ önemli —gerçi giderek belirsizleşen— bir gelir kaynağı olmayı sürdürüyor. Ancak bu destek, Meta’nın platformları üzerinden kitlesel dezenformasyon yayımının medyaya ve kamuya verdiği zararı telafi ediyor mu?
“Altı yıldır Meta’nın para kazandırma programını belgeliyoruz, yani Meta’nın içeriklerine ödeme yaptığı tüm Facebook ve Instagram hesaplarının bir listesini derledik. Bu listedeki birçok aktörün, aynı zamanda doğruluk kontrolü yapanların konusu olan içerikleri ürettiğini fark ettiğinizde işler oldukça ilginç bir hâl alıyor. Yani şöyle bir durum var: Meta, doğruluk kontrolü yapanlara, tam da Meta’nın kendisinin maddi teşvik sağladığı içeriklerle uğraşmaları için para ödüyor,” diyor Victoire Rio.
“Platformlar aslında, içerik politikalarını açıkça ihlal eden sayısız aktörden kâr elde ediyor. Ağda bir tür yaptırım altında olan yapılardan, siyasetçilerden, siyasi partilerden, çocuklardan, polisten ve ordudan para kazanıyorlar. Başka bir deyişle, kendi politikalarının yapılmaması gerektiğini söylediği her şeyi yapıyorlar ve bazı durumlarda bu yasalara bile aykırı olabilir.”
Yine de sorunun bir kısmı bizde de: Kulenović, bu alanı anlayan yeterince gazeteci olmadığını düşünüyor.
“Bence medya, artık kim ne tweet atmış diye haber yapmaktan uzaklaşmalı ve tüm bunların sonuçlarını açıklamaya başlamalı ve yeniden eğitici bir rol üstlenmeli. Bir zamanlar medyanın işi yalnızca bilgi aktarmak değil, aynı zamanda izleyiciyi eğitmekti. Ama bundan önce, önce kendimizi eğitmemiz gerekiyor.”
İtalya’dan araştırmacı ve internet özgürlüğü aktivisti Rima Sghaier, “Bağımsız medya ve gazeteciler için önemli olan, sosyal medyanın etik kullanımı konusunda stratejik bir farkındalığa sahip olmaktır. Bu da dayanıklılık inşa etmek anlamına gelir. Yani haber merkezindeki ve kurum içindeki herkesin bu platformların sınırlarının ve verdiği zararların farkında olması, bunu tanıması ve bu olumsuz etkileri azaltacak ya da tamamen önleyecek uygulamalar geliştirmesi” diyor
Ve gerçekten de bu tür uygulamalar çok çeşitli olabilir: hedef kitleyle bağlantı kurmak için alternatif platformlar ve alanlar keşfetmek (“Bültenler herkesi bunaltmış durumda,” diye araya giriyor Victoire Rio, “ama başka yollar da var”); dijital iletişimde şifrelemenin önemi hakkında daha fazla bilgi edinmek (“Birisi ‘Şifrelemeyi kırın’ dediğinde, saldırıya geçin,” diye gülerek söylüyor Kulenović—ama bu sözlerinin tamamen şaka olmadığı da belli), kullanıcı ve haber merkezi verilerinin gizliliği üzerine düşünmek, vb.
Gerçekten de kulağa kolay bir seçim gibi geliyor: heyecan verici yeni platformlar, araçlar ve teknolojiler öğrenmek ve bunları benimsemek mi, yoksa bugün saat beşe kadar Instagram hesabınızda üç adet doğrulanmış ve özenle düzenlenmiş açıklayıcı içerik paylaşmak mı—üstelik bunu, izleyici kitlenizi saniyede on anlamsız video ile bombardımana tutan bir yapay zekâ botuyla rekabet edebilmek için yapmak zorundasınız.
Peki medya ve gazeteciler, neredeyse tamamen tükenmiş bir mali yapı altında, zamanlarını ve diğer kaynaklarını nasıl harcayacaklarına gerçekten özgürce karar verebilir mi?
Saraybosna merkezli Mediacentar’ın İcra Direktörü Maida Muminović şöyle diyor: “Sunduğumuz bazı projelerin bütçelendirilmesinde, sosyal medyada tanıtım için ayrılan fonları zorunluymuş gibi ele alıyoruz. Bu platformlara ayrılması gerektiği açıkça belirtilmese de, güçlü iletişim faaliyetlerinin gerekli görülmesi bu izlenimi yaratıyor. Ve böylesine yoksul bir medya pazarında, bu platformlara tanıtım için bu kadar büyük meblağlar ayırmamız gerçeğini kavramakta zorlanıyoruz."
Salondaki birçok kişi başıyla onaylıyor ve Maida bir öneride bulunuyor: “Bu uygulamaların artık birçok sivil toplum kuruluşu için, özellikle insan hakları temelli çalışanlar için kabul edilemez olduğunu savunmamız gerekiyor.”
“Gerçekten artık zamanı geldi ve aslında çoktan geçti. Bağışçıların ve diğer karar vericilerin, içeriklerin tanıtımı için bizi sömüren platformlara para aktarmak yerine, kurumların ve medya kuruluşlarının kendi bağımsız ve merkeziyetsiz iletişim kanallarını kurmalarını sağlayacak yatırımlar yapmaları gerekiyor,” diye ekliyor Rima Sghaier.
Sonuç olarak en baştaki soruya dönelim: Sosyal medyada kalmalı mıyız, yoksa ayrılmalı mıyız?
Victoire Rio’nun hiç şüphesi yok: “Bu platformda kalmak zorundayız, çünkü burası bir savaş alanı. Biz gidersek, geride kim kalacak?” (IG/VK)
“Our Media: A civil society action to generate media literacy and activism, counter polarisation and promote dialogue” adlı bölgesel program, Avrupa Birliği’nin mali desteği ile SEENPM, Arnavutluk Medya Enstitüsü, Saraybosna Medya Merkezi, Kosova Basın Konseyi, Karadağ Medya Enstitüsü, Makedonya Medya Enstitüsü, Novi Sad Gazetecilik Okulu, Barış Enstitüsü ve Bianet gibi ortak kuruluşlar tarafından yürütülmektedir.
Bu yazı, Avrupa Birliği'nin finansal desteği ile hazırlanmıştır. İçeriği tamamen SEENPM'nin sorumluluğundadır ve Avrupa Birliği'nin görüşlerini yansıtmayabilir.
"Bizim Medyamız" konferansı ile ilgili Güneydoğu Avrupa Medya Profesyonelleştirme Ağı'nın (SEENPM) internet sitesinde yer alan haberin Türkçe çevirisini yayımlıyoruz.
Gazetecilik hayatta kalmak istiyorsa, sadece yasal yollarla ve sendikalar aracılığıyla kendini savunmakla kalmamalı, aynı zamanda rolünü, formatını ve ekonomik temelini devrimci bir şekilde yeniden tanımlamalı ve kâr veya siyasi nüfuz yerine kamu yararını temel hedefi haline getirmeli. Bu durum, başarısız bir geçiş süreci ve derin ekonomik istikrarsızlık nedeniyle gazetecilik krizinin daha da karmaşık hale geldiği Güneydoğu Avrupa ve Türkiye'de özellikle açıkça görülmekte.
Bu meseleler, Güneydoğu Avrupa Medya Profesyonelleştirme Ağı (SEENPM) ve Mediacentar Sarajevo tarafından düzenlenen uluslararası konferans........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon