Mabel Matiz Filistin için söyledi: Yalnız değilsin
Mersin’in Erdemli ilçesine bağlı Tömük kasabasında dünyaya geldi. Doğduğu topraklarla daima güçlü bir bağı var, hemen her söyleşisinde oradan söz etmesinden belli.
Annesi Maya Karaca, babası Kıbrıs Gazisi Ali Karaca. Aslen Sivaslılar. Sivas’tan Mersin’e göç ediyorlar. Çocukluk ve gençlik yıllarını Akdeniz’in sahil kasabasında geçiriyor. Sanırım, her zaman içsel dünyasını şekillendiren o özgün atmosferi oradan alıyor ve bu durum şarkılarında da ona eşlik ediyor.
Eğitim yolculuğu onu İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ne götürse de müziğe olan tutkusu kısa sürede hayatının merkezine yerleşiyor. Üniversite yıllarında gitar ve şan dersleriyle başlayan yolculuk, 2005’ten sonra yazdığı şarkılar ve kaydettiği demolarla hız kazanıyor.
O, Mabel Matiz.
Sahne adını nereden mi alıyor? “Mabel”, Buket Uzuner’in Kumral Ada Mavi Tuna romanındaki Tuna karakterinden ilham aldığı bir takma isim. “Matiz” ise eski Yunanca’da “aşırı sarhoş” anlamına gelen, hayatın ve sanatın taşkınlığını hatırlatan bir sözcük.
Onun her şarkısında bir “Mabel Matiz”lik hissedersiniz elbette fakat sahnede dinlerken, inanın o Mabel hâlini de Matiz halini de izliyorsunuz. Daha doğrusu o yaşıyor, hem de yaşatıyor.
Bu yazıyı bu şarkı eşliğinde okumanızı öneririm.
Bugün Mabel Matiz, sadece güçlü sesiyle değil, maneviyatı güçlü şiirsel dili, özgün tarzı ve samimi hikâyeleriyle de Türkiye’nin en özel sanatçılarından biri olarak anılıyor.
Bilen bilir, ofise gelip haber yazmaya başladığımda kulaklığımı takar, dakikalarca onu dinlerim. Onun şarkılarıdır insan hakları ihlallerine, Türkiye gündemine eşlik eden... İsrail’in Filistin’e dayattığı açlığa da eşlik ederken o vardır, silah bırakma sürecine de, erkek şiddetine de, çocuk istsmarına da...
Politik cümleler yoktur fakat en esaslı politik cümleden slogandan da zaman zaman güçlü sözleri vardır üstelik:
“Bu savaş tükenmeli en başta gömülmeli”, “Bunlar hep ihtiyar dünyanın yalanları…” der mesela...
Buna o en sıradan gibi söylenen insani politik duruşa aslında 9 Eylül akşamı Harbiye’deki konserde daha yakından tanık oldum.
Mabel Matiz için Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda binlerce kişiden bir Mabel Matiz korosu kurulmuştu. Konserin sonunda kendisi de o yan yana omuz omuz durma hissinin gücüne inancına vurgu yaptı. Sanırım terapiye gitmeye gerek yok, Mabel Matiz konserine gidin yeter.
Gidemeyenler için biraz 9 Eylül akşamını anlatayım. Bilet bulmak çok zor zira. Ekim’de yine konseri var.
Mabel Matiz’in sahneye çıkmasını beklerken heyecan artıyor elbette. Sahneden müzik yükselirken, kollarını iki yana açarak geliyor. O an anlıyorsunuz: Ayrı bir ruh geldi buraya, yürüyen bir ışık sanki. İlk şarkısı ile başlıyor konser. Binler hep bir ağızdan eşlik ediyor. Üç dört şarkının ardından konuklarına “merhaba” diyor.
Daha çok konuşmasını isteyenler de var. Yanımdaki dinleyiciler istek şarkı gibi, istek anı anlatmasını da istiyor. Seyircisi heyecanlı, o daha da heyecanlı görünüyor.
“Heyecanlıyım bu akşam, çok heyecanlıyım. Konuklarım var dinleyiciler arasında. Çarpı üç, çarpı beş heyecanlıyım. Bilen bilir, genelde iyi zaman geçiririz. Umarım yine öyle olur. Umarım sizi hayatın tantanasından, gündeminden uzaklaştırırım. Sizi şarkılarla şifalandırma niyetindeyim.”
Öyle oluyor hakikaten.
Henüz binlerle buluşmamış “Perişan” adlı şarkısını söylüyor. Annesi Maya’ya dinlettiğinde, onun için çok endişelendiğini söylemiş annesi.
Bu kısmı şöyle anlatıyor:
"40 yaşına da gelseniz annenizden o onayı mutlaka alıyorsunuz arkadaşlar. 'Oğlum çok beğendim, müziğine bayıldım ama sözler biraz müstehcen mi?' dedi. 'Ay anne' dedim. Yakalarsam muah muah ile büyümüş bir insan olarak... Şahındandır diyorum. Anneciğim tabii yazık o benim karşılaşacağım olası ve muhtemel zorluklarla ilintili yürek çarpıntısı yaşadığı için sık sık. O yüzden arada böyle küçük de olsa beni mıncırıyor ama iyi ki var, iyi ki var annelerimiz."
Şarkıyı dinlediğinizde ne demek istediğini anlıyorsunuz. Öyle hüzünlü değil aslında, insanı coşturan bir eser. Mabel’i de biraz dinliyorsunanız, biliyorsanız o endişeyi daha derin hissediyorsunuz.
Ardından “Bana Gerek Seni Gerek” geliyor, tabii ki Mabel Matiz korosu da iş başında. Hep bir ağızdan söylüyoruz. Sonunda “İki yıldır bu şarkıyı benimle bağıra çağıra söylemeniz, yanımda durmanız öyle iyi geliyor ki…” diyor.
Hemen her şarkıda değil ama ara sıra seyircisi ile sohbet ediyor. Konserin ilk on dakikasının ardından izleyiciler arasında olan Murathan Mungan’ı tanıtıyor. Onun gelmesinden ayrıca mutlu ve heyecanlı olduğunu söylüyor.
“Yalnız değilsin, yanlış değilsin, utanma… Fırtınadayım… Vurma sen onları, gencecik oğlanları… Bunlar hep o ihtiyar dünyanın yalanları… Bak bana göre, kendini böyledir… Öyle bir sevgi, korkular tükenmeli…”
"Fırtınadayım" şarkısını Ortadoğu'ya ithaf ettiğini anlatıyor. Şarkıyı da "Bu akşam yine Filistin söylüyorum" diyor.
Bu şarkıya başladığında Mabel Matiz korosu susar mı? Hep bir ağızdan söyleniyor: “Bunlar hep o ihtiyar dünyanın yalanlarııı….".
Yaklaşık iki saat süren konserin sonunda bir mesajı daha oluyor:
“Umuda inanıyorum. Aydınlık günlere inanıyorum. Umudunuzu diri tutun. Bu ülke çok güzel bir ülke. Bu konserde olduğu gibi yan yana olmayı, omuz omuza olmayı başaralım.”
Konser bitiyor bitmesine ama binlerce kişi salondan ayrılmak istemiyor. Kimse gitmiyor. Bir daha, bir daha diye inliyor konser alanı. Mabel Matiz tekrar geliyor ve “Yaşım Çocuk” ile sahneyi kapatıyor.
Ve işte o an anlıyorsunuz: Şarkıların arasında dolaşan sözler, melodiler ve koro olmuş binlerce ses aslında bir tür toplu terapi. Hepimizin içindeki kırıklıklara, gündemin yarattığı ağırlıklara, yaşadığımız ülkenin sancılarına dokunan bir şifa alanı.
Mabel Matiz sahnede ışığını açarken, biz de karanlıklarımızdan biraz olsun sıyrılıyoruz. O, hakikaten şarkı söylemiyor şarkılarıyla sarıyor, iyileştiriyor, yan yana durmanın gücünü hatırlatıyor.
O yüzden diyorum ki: Terapiye gitmeye gerek yok belki de. Bir Mabel Matiz konserine gidin. Orada, binlerce kişiyle birlikte, şarkılara eşlik ederken şifalanmak mümkün…
(EMK)
Hayatta en çok kaçındığımız şeyleri bazen kendi başımıza getirmekten geri duramayız. Bu yazının başına otururken “umarım nostaljiye kaymadan tamamlayabilirim” diye geçirdim içimden.
Nostalji; “Bir zamanlar ne güzel şarkılar dinlerdik, ne mesuttuk, herkes ne kadar da iyiydi, gökyüzü nasıl da parlaktı…” Hepimiz biliyoruz ki kötüler hep vardı, birileri hep zulüm gördü ve dünyada savaşlar hiç eksik olmadı. İflah olmaz barış umudumu bir köşeye koyacak olursam, aklımın o pek gerçekçi tarafı, insan var oldukça ne kötülükler ne de savaşlar son bulacak diyor. Belki şekli, yöntemi değişiyor ve değişmeye devam edecek ama özü asla yok olmayacak. Tıpkı iyi şeylerin de asla yok olmayacağı gibi.
Ne kadar kaçarsam kaçayım, hayatta bazen nostalji de kaçınılmaz oluyor. Belki de mesele nostaljiden kaçmak değil, onu doğru yerde ve zamanda hayatımıza dahil etmenin bir yolunu bulmaktır.
Son zamanlarda insanların durmadan eski Türkiye dizilerini izlediğine dair sosyolojik analizlere sizler de denk gelmişsinizdir belki. Akademisyenler ve medya uzmanları bu patalojik vakayı sıklıkla insanların bugünkü umutsuzluklarına yoruyor ya da geçmiş günleri hatırlatan bu dizilerle birlikte kendilerini daha güvende ve huzurlu hissettiklerine dair yorumlar yapıyorlar. Düşünün, 30’larında ya da 40’larında bir birey, günde iki üç saatini ablasının nişanlısıyla ya da kocasının yeğeniyle yasak aşk yaşayan insanların hayatlarını izleyerek geçiriyor. Burada bir umut ya da güven hissi bulmaya çalışıyorum ve haliyle hiçbirini bulamıyorum.
Sol Baştan: Vedat Verter, Hakan Yılmaz, Emin İgüs, Şebnem Tuncay Ünal
Birkaç gün önce Ezginin Günlüğü’nün kurucularından Hakan Yılmaz’ın paylaştığı bir fotoğrafa denk geldim; “Ezginin Günlüğü’nden önce Ezginin Günlüğü” başlığıyla paylaştığı fotoğraf henüz benim dünyada olmadığım yıllarda çekilmiş olsa da içinde beni büyüten şarkıların ortaya çıkışı, çocukluğumdan hatırladığım sazlı sözlü aile buluşmalarımızın bir temsili vardı.
Buyurunuz öyleyse nostaljiye; 80’li........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Ellen Ginsberg Simon
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gina Simmons Schneider Ph.d