İlk Bakışta/Prima Facie: Sahne Tessa’nın, söz tüm kadınların
Çevrenizde bir kadın belki bir avukat, bir gazeteci veya işsiz, size geldi ve bir “Bir erkek bana tecavüz etti” dedi.
Ne yaparsınız?
Ona inanır mısınız? Destek mi olursunuz? Sessiz kalıp ondan da bunu yapmasını mı istersiniz?
Peki sizin başınıza gelse…
Tıpkı avukat Tessa’nın başına geldiği gibi. Tessa, Suzie Miller’ın ödüllü oyunu Prima Facie’nin başkarakteri. Hatta, tek karakteri.
Ona sahnede Olcay Yusufoğlu hayat veriyor. Dört sezondur seyirci ile buluşuyor oyun.
Şimdilerde ise yani 7 Ekim’de Van ve 9 Ekim’de Diyarbakır yolcusu. Çünkü, Uluslararası Af Örgütü, cinsel şiddetle mücadelede “onay kültürü”nün oluşturulması için yürüttüğü çalışmaları sanatın katkısıyla genişletiyor.
Eksi On Altı Kolektif’in sahnelediği Prima Facie, Oyun, izleyicileri “erkek” yasalar ve adalet sistemi üzerine yeniden düşünmeye çağırıyor.
Olcay Yusufoğlu oyunu bianet için anlattı.
Uluslararası Af Örgütü ile siz nasıl bir araya geldiniz?
Eşim aynı zamanda ortağım ve bu oyunun doğru yerlere ulaşması için çok çabaladı. Onun emeği çok büyük. Ayrıca oyun bir avukat hikâyesi olduğu için çok sayıda avukatla iletişimimiz oldu. Hatta birçok avukat izledi. Bunlardan biri de Ezel Buse oldu. Kendisi çok değerli bir avukat. Oyunu izledikten sonra yazılar yazdı, çok sevdiğini söyledi. Ben de çok mutlu oldum çünkü her zaman geri dönüş alamıyorsunuz. Hele ki meslekten birinden alınca çok kıymetli oluyor.
Bir gün bana yazdı: “Af Örgütü’nün onay kavramıyla ilgili bir çalışması var, bu oyun oraya ses olabilir” dedi. Bir köprü kurdu bizim için. Böylece Af Örgütü ile yolumuz kesişti.
Tessa karakteri de bir avukat. Onu canlandırırken zorlandığınız oldu mu?
Tabii ki oldu. Avukatlık mesleğinin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını, derinleştikçe fark ettim. Çok fazla avukatla tanıştım, çok sayıda dava dinledim. Hukukun işleyişi ve işlemediği noktaları bizzat uzmanlardan öğrenme şansım oldu.
Bu meslek insanların hayatlarını doğrudan etkileyen bir alan. Birinin hayatının yönünü değiştiren kararlar veriliyor. O yüzden çok hassas. Ben de bir oyuncu olarak hem vicdanımla hem mesafe koyma zorunluluğumla çeliştim. Kendi hayat görüşüm işin içine giriyor, vicdanım devreye giriyor, ama oyuncu olarak o mesafeyi korumam gerekiyor. Bu çelişki zaman zaman zorlaştırdı işi.
Tek kişilik oyun oynamak çok zor görünüyor. Siz neler hissediyorsunuz?
Çok zor. 2022 Ocak’ta premier yaptık. İlk gün sahneye çıktığım anı hiç unutamıyorum. Ağzım öyle kurumuştu ki bir an “Konuşamayacağım, cümleleri kuramayacağım” diye düşündüm. Geçenlerde bu anıyı hatırladım ve “Ne cesaretmiş!” dedim kendi kendime. Deli cesaretiymiş gerçekten.
Tek kişilik oyunda sahnede yalnızsınız. Hata yaparsanız sizi kurtaracak kimse yok. O yüzden sürekli ayık olmanız, farkındalığınızı yüksek tutmanız gerekiyor. Bu çok ciddi bir sahne uyanıklığı istiyor. Tabii ki teknik olarak zor. Ama işin olumlu tarafı da var: Her şey sizin elinizde. Hata da sizin, başarı da sizin. Başkasına güvenmek zorunda kalmıyorsunuz. Bu özgürlük verici bir şey. Hem zor hem de çok güzel bir deneyim diyebilirim.
Tessa işçi sınıfından gelen güçlü bir avukat ama sistemle yüzleşmek zorunda kalıyor. Bu çelişkiyi nasıl anlatıyorsunuz?
Bence oyunun en insani tarafı bu. Hepimiz hayatta “asla yapmam” dediğimiz şeyleri gün gelip yapabiliyoruz. Bu insanın doğasında var. Tessa da böyle bir çelişki yaşıyor. Bir yandan sistemin içinde ayakta kalmaya çalışıyor, diğer yandan vicdanıyla yüzleşiyor.
En üst sınıftan gelmiyor, zorluklarla büyüyor, mesleğinde var olabilmesi için kuralları öğreniyor. Ama sonunda bizzat yaşadığı bir olayla sarsılıyor. Daha önce hep sanık tarafında gördüğü bir durumun, bu kez kendi başına gelmesiyle yüzleşiyor. Bu çelişkiyi sahnede anlatmak hem zorlayıcı hem de çok güçlü bir tarafı var.
Sanat böyle ağır konularda dönüştürücü olabilir mi?
Sanat bence doğrudan dönüştürme misyonuyla yola çıkmamalı ama zaten yapısı gereği dönüştürücüdür. Özellikle bu oyun çok daha güçlü bir söz söylüyor. Dört sezondur sürdürmemizin nedeni de bu. Her sezon “Bu oyunun hâlâ söyleyecek sözü var” dedik. Ne yazık ki hâlâ var. Sadece bu ülkede değil, dünyada da var.
Oyun sonrası söyleşilerde genç kadınların tepkilerini gördüm. Kimi öfkeli, kimi güçlü hissediyor. Bu çok kıymetli. Her oyundan sonra kulise gittiğimde aynada kendime bakıp “Bugün iyi bir şey yaptım” diyebiliyorum. Bu bir oyuncu için büyük bir şans.
İzleyicilerden aldığınız en çarpıcı tepki neydi?
İlk sezonlarda oyuna “tetikleyici olabilir” uyarısı koymamıştık. Bu konuda eleştiri geldi. Haklı bir eleştiriydi çünkü konu çok hassas. Biz de hemen düzelttik. Bilet satış sayfalarından programlara kadar her yerde bu ibareyi ekledik. Atladığımız bir şeydi, dersimizi aldık.
Sizce oyunun en önemli mesajı ne?
Kadın olmak. İş yerinde, sokakta, evde, her yerde kadın olmak. Toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine güçlü bir söz söylüyor. Ayrıca “onay” kavramını sorguluyor. “İlk bakışta masumiyet” ilkesi gerçekten her dava için doğru mu? Bir trafik kazasıyla bir cinsel saldırıyı aynı şekilde değerlendirebilir miyiz? Oyun bu soruları soruyor.
Bence en önemli mesajı şu: Hukuk kağıt üzerinde var ama uygulanmadığında adalet gerçekleşmiyor. Bu oyun bunu hatırlatıyor.
Son olarak bu söyleşiyi okuyanlara bir mesaj vermek ister misiniz?
Bu oyun MeToo hareketinden yola çıkarak yazıldı. Bugün hâlâ karşılık buluyor olması üzücü ama insanların seslerini çıkarabilmeleri umut verici. Çünkü bu hep vardı, her sektörde vardı. Artık sesli bir şekilde dile getiriliyor.
Bence en önemli şey şu: Eğer çevrenizde cinsel saldırıya uğradığını söyleyen ya da mobbing yaşadığını paylaşan biri varsa sessiz kalmayın. Onun yanında olun. Çünkü topluca çıkan sesin gücü çok büyük.
Tessa’nın hikâyesi zor ama umutlu bir hikâye. Oyunun sonunda değişim var. İzleyiciler de bu umudu alıp çıkıyor. Bu yüzden izleyemeyenlerin de mutlaka izlemesini isterim.
Bir hukuk terimi. Türkçeye “ilk bakışta” veya “görünüşte” diye çevrilir.
(EMK)
Elimde okul yıllığı var, ilk sayfada Müdürün yazısı “Bütün neşe tesellimizi kendilerinde bulduğumuz sevgili öğrencilerimiz” diye başlıyor. 80’lerde yatılı okumak üzerine düşünüyorum. O zamanlar Anadolu Liseleri 7 yıl; ilk sınıf hazırlık, sonrası ortaokul ve lise; her şehirde de yok henüz.
Bizim dönemin yıllığı “Öğretmenlerimiz” sayfaları ile başlıyor. Yüzlerini dikkatlice inceliyorum. Hepsi bir şekilde bir iz bırakmış, kimini minnetle kimini lanetle hatırlıyorum. Ardından “Hizmetliler” bölümündeki fotoğraflara bakıyorum. Hepsinin sureti gözümün önüne geliyor. “Mutfak Görevlileri” yazan toplu fotoğraftakilere teker teker bakıyorum. Şu adam karavanadan yemek dağıtırken kepçeyi o kadar yukardan dökerdi ki her seferinde yemek üstüme sıçrardı. Şu adamın suratı hep asıktı, hiç gülmezdi.
Sadece birinin kafasında hijyenik bone var, belli ki fotoğraf çekilecek diye takmış. Kaç yıllık yatılılık hayatımda kimsede öyle bir bone hatırlamıyorum. Altında “Santral Memuru” yazan fotoğrafa gelince uzun uzun bakıyorum. Anısı o kadar taze ki, sanki birden yan odadan çıkıp “Ay-gün A-til-la, Ay-gün A-til-la, telefona bekleniyorsunuz!” diye bağırsa şaşırmayacağım.
Fotoğrafta önündeki telefon konsoluna dikkatle bakan bu adam Konyalı Mehmet abi; Mehmet Kuru. Ailesiyle birlikte G Blok yakınındaki lojmanda kalırdı. Biri bizimle akran 2 oğlu vardı galiba. Oğlanlarıyla birlikte gezerdi, hepsi kendine benzerdi.
Ona dair bir sürü detay beynime kazınmış. Kumral kıvırcık saçları, bal rengi ile koyu yeşil karışımı gözleri vardı. Dişlerinden biri veya birkaçı eksikti diye hatırlıyorum. Yaz kış elde örme süveter giydiğini, okulun ana kapısına yakın derme çatma bir kulübede, önünde koca bir telefon santrali konsolu, telefon fiş uçlarını birinden çıkarıp diğerine yerleştirirken yüzündeki ifadeyi hatırlıyorum. Bir çay bardağı olurdu hep masanın üzerinde, bir pilli radyo, kaynamaktan ağarmış bir de........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Ellen Ginsberg Simon
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gina Simmons Schneider Ph.d