“Bir turist daha, bir komşu eksilir! Tourists go home!”
Yol sorgulatır, biriktirir, hayatın boyunca bildiğini düşündüğün kimi gerçekleriniz bir anda yeniden başka bir bakışta anlamanı, öğrenmeni salık verir.
Sanırım bundan olsa her zaman yollar ve yolda olma hali/halleri beni heyecanlandırmıştır. Bu kez gidiş sebebi; Demokratik Modernite Ekseninde Toplumsal Ekoloji üzerin bir günlük eğitim vermek. Bu konuyu başka bir yazı ve tartışmaya bırakıyorum, zira o derinlikte bir yazı çalışması için biraz zamanın geçmesi, yolun verdiği tahribatlardan iyileşmemiz gerekiyor.
Bu yola dair bende üç başlık birikti. Birincisi turist meselesi, ikincisi demokratik ulus üzerine yeni tartışmalar ve üçüncüsü de ‘kime enternasyonalist denir? nedir enternasyonalizm?’ Ancak ikinci ve üçüncü başlıklara dokunmadan yol almaya çalışacağım. Hazırlıklar tamamlandı, gezginler hazır. Yola çıkıldı.
Bu kez de 19 Haziran’da Merdo ile bir iç ülkeden başka iç ülkelere doğru yola çıktık. Biletler haftalarca önce alındı, valizler heyecanla hazırlandı, Umea – kedimiz – ve çiçekler komşuya emanet edildi.
İç ülkeden bir başka iç ülkeye gitmek sorun değil, ancak bizim sınırları çizilmiş, girişlerinde kimlik pasaport hikayeleri dönen diğer ülkeler ile hiç sorunumuz bitmediğinden bunun verdiği bir kaygı da vardı. Benim gibi kendisi de politik bir mülteci olan sevgili yol arkadaşımın beklediği pasaportunun hala gelmemiş olmasından hareketle bizler resmi kontrollere düşmeyecek alternatif yollar üzerinden bir hat belirledik kendimize.
Elbette şimdi sizler de bu İç Ülkeleri merak ediyorsunuz. O zaman biraz bunu açıklamam gerekecek. Birlikte yaşamakta olduğumuz Kuzey Bask’tan – resmi olarak kuzey batı fransa – önce Güney Bask’a – resmi olak kuzey doğu ispanya – oradan da Katalanya’ya yol alacağız. Katalanya’da resmi olarak güney batı ispanya olarak kabul edilir. Kuzey ve Güney Baskı bir köprü ile ayıran Handey - Kuzey Bask – den Irrun – Güney Bask – a geçip oradanda da San Sebastian/Donostia’ya geçtik. Geçen yıl birlikte bir kaç gün geçirdiğimiz bu şehrin sokaklarında keyifle yürüyüşler yapmak, sahilde insan hikayelerine odaklanmak iyi geldi.
Gece yarısı otobüs terminaline vardık, valizleri otobüse verdik, sıra biletlere geldi, haftalarca önce aldığımız biletlerimizin karşılığı yok zira, yolcu listesinde ismimiz yok.
Firma Filixbus, bu firma ile ilk problemim değil. Çözüm yok, gecenin bir saatinde şehir merkezine yürüyoruz. Kalabıkların kullandıkları dillere odaklanıyoruz; İspanyolca ve İngilizce ağırlıkta. Geceye kalacak bir yer bulmak için sokakların arasında aranıyoruz, kapısını çaldığımız bütün pansiyonlar ve hosteller dolu. ‘Yapacak bir şey yok, sahilde sabahlıyacağız’ diyoruz.
Hayatımda sabahı gelmeyen bir gece oldu. Sokaklarda kalabalıklar sahile akmış, gündüz saatlerinde bu kadar rahat olmayan insanlar şuursuz ve kontrolsüz bir şekilde kendi köy ya da kasaba evlerinde hiç bir zaman olamayacakları kadar savurgan, rahat bir şekilde gecelere akmışlar.
İster istemez kasaba sakinlerini düşünmeden edemiyor insan. Bu kalabalık, bitmeyen karmaşa ile nasıl başediyorlar diye düşünmeden edemedik.
Günün sabaha dönmeden kaldığımız yerden ayrılarak bir fırın aramaya başladık, bir kruvasan ve kahve iyi gelecek diye. Sonrasında covoiturage/araba paylaşım sistemi üzerinden bize 45 km uzaklıkta bir kasabadan gitmekte olduğumuz Barselona’ya gidecek bir araç bulduk.
Şansımıza bizi aracına alan arkadaşın aracındaki koltukta asılı ‘Bask Ülkesi’ne işaret eden bir fular bizi kendisi ile aynı politik hat üzerinde buluşturmuş oluyordu. Son derece jentilmen ve de kültürlü Katalan bir genç çıktı. Ortak kullandığımız bir dilimiz olmasa da bizler gönül sesi ve bakışlarımızla iyi anlaştık. Yol devam ediyor ve bizler kendisinin gelebildiği bir kasabadan inip o geceyi orada geçiriyoruz.
Diğer gün tren ile nihayet Barselona’ya varıyoruz. Bu şehre benim üçüncü, Merdo’nun da ilk gelişi, ondan onun heyecanını anlatmak biraz zor. Üstelik başımıza açılan onca tatsızlıklardan sonra, enerjimizi koruyarak varıyoruz Barselona’ya. Valizlerimizi bir emanetçiye bırakarak eski tarihi mimarisini koruyan sokakların içinde kayboluyoruz. İnsana iyi gelen bir ahenk ve uyum var.
Dünyanın her yerinden insanlar sempatik halleri ile bu sokakları paylaşıyorlar. Başka başka diler, müzikler, danslar ve yemekler...
Sonra anaartellere doğru yol alıyoruz. Bu kez gördüğümüz kalabalıkların tamamı turist. Şimdi diyeceksiniz ki, siz onca ara sokaklarda gezdiniz, onların o sokakların sakinleri, anaartellerde karşılaştıklarınızın turist olduklarını nereden anladınız? Bunu anlamak gerçekten kolay, abartılı, etrafına dikkat etmeden yapılan sohbetler, ellerde düşmeyen telefonlar, ha bire duraklayan ve birbirlerine yeni bir mekân ya da mimari yapıyı gösteren insanlar.
Adım atamıyorsun. İşte o an bu kentin sahipleri yazın acaba ne yapıyorlar diye düşünmeden edemedik. Kent bildiğin istila altında. Cepleri ve çantalarındaki ederleri ile bir kentin özellikle de merkezi sokak bulvar ve meydanları kalabalıklardan geçilmiyor.
Ander daha bizi karşılamadan telefonda ‘domates ve yumurta aldım, gece size menemen yapacağım’ yazıyor. Menemen kelimesini görünce Merdo ile göz göze bir tebessüm ile kalıyoruz. Günün bütün tersliklerinden sonra ‘hun çavane?’ kelimelerini duyunca bütün yorgunluğumuz bir anda uçup gitti. Ander’in Kürtler ile çakışan yoluna dair de sonraki yazıda daha çok şeyler yazacağım. Evinde kalacağımız Ander ile tanıştıktan sonra birlikte sahili dolaşmaya çıkıyoruz gece.
Manzara San Sebastian’dan gördüğümüzden de öte. Konuya biraz daha odaklanıyorum. Zira bir hafta önce ‘Barselona halkı turistlere karşı eylemde’ başlıklı bir haber okumuş, Merdo ile üzerine sohbet etmiş, orada iken turistler olan farkımızı iyi ifade edelim demiştik. Sahildeki kalabalıklar için söyleyebileceğimiz tek cümle, sanki bu şehre gelen her turistin temel amacı bu kenti bir çöplük olarak kullanmak. Oradan uzaklaşmanın en doğru şey olacağını düşünerek uzaklaşıyoruz.
Ekonomi, para, geçim kaynakları olarak ifade edilen turizme biraz da Barselona ekseninde bakınca;
1. Konut krizini derinleştiriyor
Airbnb gibi kısa dönemli kiralamaların yaygınlaşması, 2007–2019 yılları arasında bazı mahallelerde yüzde 45 oranında sakin kaybına neden oldu. Kiralar on senede h arttı; bu durumda yerel halkın konut bulması gittikçe zorlaşıyor.
2. Altyapı ve kaynaklarda baskı
Aşırı kalabalık metro istasyonlarında ve otobüs duraklarında yoğunluk, su kaynaklarında kıtlık yaşanmasına yol açıyor. Şehrin yıllık su ihtiyacı, turist sayısının artışıyla birlikte ciddi stres altında.
3. Kültürel kimlik ve yerel doku kaybı
Mahallelerde geleneksel esnaf yerini hatıra dükkânlarına, uluslararası zincirlere ve turistik işletmelere bırakıyor. Park Güell gibi kültürel alanlar aşırı turizme maruz kalıyor; örneğin, parka günde 9000 ziyaretçi gelirken........
© Bianet
