menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ayrımcılıkla sınanmak

9 13
13.09.2025

Bizim “kırılgan” dertlerimiz yine depreşti. Yine bir eşitsizliğin içinde kronikleşmiş haksızlığın hayatlarımıza düşen payını yaşıyoruz. Yine “”kırılgan gruplar, dezavantajlılar, özel gereksinimliler” gibi süslü kavramlarla yaşadığımız eşitsizlik maskeleniyor. En önemlisi de kapitalizmin en meşhur yöntemlerinden birinin somutlaşmış hali bu durum.

Yani suçu bireye atmak. Yani eşit olmayan koşullarda haksızlığa uğramak “bireyin beceriksizliği” demek bir anlamda.

Özelikle “kırılgan gruplar özel gereksinimliler ve dezavantajlılar” Gibi tanımlar sistem açısından birden fazla anahtar işlevi görüyor. Tabii ötekileştirilen kesimler açısından da üzerlerine kapatılan bir kilit. Bir çözümsüzlük kilidi. Neden mi? Tüm eşitsizliği ve erişim sorununu doğal bir süreç olarak değerlendirmenin bir aracı olduğu için. Sanki sorun kapsayıcı olmamaktan değil de kişinin eksikliğinden kaynaklıymış gibi.

Böylece ötekileştirilenlerin eşit erişim hakkı çok ayrı çaba, efor ve kaynak gerektiriyormuş gibi. Yani süreci olduğu gibi kişinin üzerine yıkmak. Böylece kapsayıcı ve erişilebilir bir hayatın mümkün olduğu fikri tamamen zihinlerden silinmeye çalışılıyor. Sağlamcılığın da en temel özelliklerinden biri bu zaten.

Aynı zamanda yapılan düzenlemeler bir lütuf olarak değerlendiriliyor. Tabii işin bir de kar kısmı var. “Özel” düzenlemeler ayrı bir süreç gerektirdiği için bu bir kazanç kapısına da dönebiliyor. Hatta erişilebilirlik talepleriyle ilgili ortaya şöyle bir tablo çıkıyor. Mesela bir firma sitesinin ve mobil uygulamasının erişilebilirliği için, pıtrak gibi çoğalan firmalardan hizmet alıyor. Bazı eklentilerle erişilebilirlik sorunu çözülmüş gibi gösteriliyor. Hem işin ehli olmayan insanlar para kazanıyor, hem site ya da uygulama erişilebilir hale gelmiyor, hem de şirketler zaten zorunluluktan uymaya çalıştıkları erişilebilirlik hükümlerini yerine getirdiklerini iddia edip olmayan erişilebilirliği pazarlıyorlar.

Mesela bu da direkt olarak temel erişim hakkının “özel gereksinim” olarak değerlendirilmesiyle ilgili. Bu tür kavramlar üzerine daha önce de fikir yürütmüştük. Tekrar gündemime almama neden olan iki gelişme yaşandı. Birincisi, EEEH Dergi’nin yayıma hazırlanmakta olan 139. Sayısında Gülcan Altun’un yazdığı afet ve acil durumlarda engellilerle ilgili yazı dizisinin ikincisinde dikkatimi çeken noktalardı.

Gülcan bu konudaki yönetmelikleri dergi için derlemiş. Akademisyenlerin ve alanında uzman yetkililerin hazırladığı bütün metinlerde “kırılgan gruplar, özel gereksinimliler, dezavantajlılar” kavramları havada uçuşuyor. Bu durum neden afet durumlarında engelliler için kapsayıcı çözümler üretilemediğinin de yanıtı oluyor. Her şey baştan yeti çeşitliliklerine göre tasarlansa zaten “özel gereksinim” diye bir şeyin olmadığı da anlaşılır. İkinci durum ise sınavlara dair. Çünkü çok basit yöntemler uygulanmadığı için çoğu kör hayalini kurduğu bölüme girerken problem yaşamak zorunda kalıyor.

Bu durum özel yetenek sınavlarında ayrımcılığın somut haline dönüşüyor çoğu zaman. Yıllarca birçok üniversite müzik fakültesi yetenek sınavlarına başvuru şartlarına “görme engelli olmamak” gibi “müthiş eşitlikçi” bir kural yazıyordu.

Belli okulların müzik bölümüne körler girerken, belli okullarınkine giremiyordu. Hatta iki sınavda da birinci olan bir arkadaş okula kabul edilmemiş, davalık olmuştu okulla. Buna benzer bir durum bu sene Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi’nde yaşanmış. Adil Ahmet Kavrama isimli kör arkadaşımız Korkut Ata Üniversitesi müzik bölümünün yetenek sınavına girmiş. Sınav üç aşamadan oluşuyor. İstiklal marşı, nota okuma, deşifre solfej.

Sınavın yüzde 80’i nota okuma ve deşifre solfejden gelecek. Arkadaşımız engelli raporunu sisteme giriyor ve kendisine........

© Bianet