“Yoksulun kemer sıkmadığı, hak temelli bir kamu bütçesi mümkün"
Yıllardır Meclis'ten geçen bütçeler, büyük ölçüde yurttaştan alınan vergilerden oluşturuluyor. Buna rağmen 'insanca yaşam koşullarının sağlanmaması' gerekçesiyle de emekçiler tarafından eleştiriliyor. İşçi sendikaları il il yaptıkları açıklamalarda "halk için bütçe" istiyor.
Türkiye’de yoksulluk araştırması yapan Derin Yoksulluk Ağı (DYA) tablonun her geçen gün daha da vahimleştiğine dikkat çekiyor. Hane hane görüşme yapan DYA, yoksulluğu sadece ‘gelir yoksunluğu’yla sınırlandırmıyor. Gıdadan temiz suya, barınmadan eğitime, sağlıktan kültüre kadar genel bir erişememe hali olarak tanımlıyor ve bu yokluğu bir insan hakları ihlali olarak değerlendiriyor.
Derin Yoksulluk Ağı Kurucusu Hacer Foggo, 2026 bütçesi görüşülürken bianet’e son verileri aktardı:
"Bugün Türkiye’de yoksulluk yalnızca düşük gelir düzeyiyle açıklanamayacak kadar derin ve çok katmanlı bir kriz haline geldi. TÜİK’in 2024 verileri, sahada yıllardır yaptığımız gözlemler yoksulluğun derinleştiğinin göstergesi. Hanelerin yüzde 37,4’ü sızdıran çatı, nem ve rutubetli konutlarda yaşıyor, yüzde 20’si evini ısıtamıyor, her 10 kişiden 3’ü maddi ve sosyal yoksunluk içinde, hanelerin yüzde 62’si beklenmedik bir harcamayı karşılayamıyor, ailelerin yarısından fazlası iki günde bir protein içeren bir öğün tüketemiyor."
Foggo’ya göre bu veriler, derin yoksulluğun artık geçici değil, kalıcı ve yapısal bir sorun haline geldiğinin göstergesi. Foggo, "Tam da bu nedenle bugün yürütülen bütçe tartışmaları toplumun gerçek ihtiyaçlarıyla örtüşmüyor" diyor ve şöyle devam ediyor:
"Bütçede sosyal koruma, çocukların okul yemeği, temiz suya erişim, barınma krizi, sosyal hizmetler ve kadın istihdamını destekleyen politikalar geri planda. Merkezi bütçenin dar gelirli üzerindeki etkisi yoksulluğu daha da derinleştiriyor. Sosyal harcamalar kısılırken, gelir adaletsizliği büyüdükçe ücretler gerçek enflasyon karşısında hızla eriyor. Bütçe açıklarının dolaylı vergilerle kapatılması, gelirinin büyük kısmını temel ihtiyaçlara ayıran haneleri daha da yoksullaştırıyor. KDV, ÖTV, elektrik ve su üzerindeki vergiler en yoksulu en çok etkiliyor. Bu nedenle makro ekonomik tercihler, yoksul hanelerde çocuğun okulda kalıp kalmamasına, evin ısınıp ısınamamasına, bir annenin mutfakta tencereyi kaynatıp kaynatamamasına doğrudan yansıyor. Bu tercihlerin bakmadığı her nokta, sürekli yoksulluğun ve çocuk yoksulluğunun artmasına neden oluyor."
Foggo, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) karşılaştırmalarının da bu tabloyu doğruladığını söylüyor, şu verileri aktarıyor:
"Türkiye’de çocuk yoksulluğu, OECD’nin en yüksek oranlarından biri. Buna rağmen Türkiye’nin sosyal harcamalarının milli gelir içindeki payı yüzde 15’in altında, OECD ortalaması ise yüzde 20–22. Çocuklara ve aile refahına ayrılan kamu kaynağı ise GDP’nin yalnızca yüzde 0,45’i düzeyinde. Yani risk çok yüksek, koruma ise çok düşük. Bu eşitsizlik, çocuk yoksulluğunun neden bu kadar kalıcılaştığını ve neden sahada kronik bir sağlık-eğitim-barınma krizine dönüştüğünü açıkça gösteriyor."
Hazırlanan bütçenin insan haklarına uygun olmadığını söyleyen Foggo, bu konuda hak temelli ekonomi yaklaşımın önemine dikkat çekiyor:
"Ekonomiye hak temelli bakmak, servetin nasıl bölüşüldüğüne, sosyal yardım ve sosyal hizmetin niteliğine, mahallelerde kamusal alanların güçlendirilmesine, eğitim ve sağlık desteklerinin eşitlik temelinde yaygınlaştırılmasına, sosyal hizmet uzmanlarının sahada varlığına odaklanmayı gerektiriyor.
"Bütçenin hak temelli olmamasının en somut sonucu, asgari ücretlilerin ve emeklilerin açlık sınırının altında yaşaması. Kadınların işgücüne katılımını destekleyecek ücretsiz kreşler, ücretsiz bakım evleri, nitelikli istihdam politikaları, kayıt dışı ekonomiyle mücadele, sosyal yardımı bağımlılıktan çıkarıp özgürleştirici bir hak olarak tasarlamak, çocuk işçiliğinin önlenmesi, eşit eğitim........© Bianet





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta